Her son yeni bir başlangıçtır

Her ne varsa ve ne yaşanıyorsa hep sonlanır mı; sonlardan sonra tekrardan başa dönülür mü?

Her ne varsa ve ne yaşanıyorsa hep sonlanır mı; sonlardan sonra tekrardan başa dönülür mü?
Dünyaya gelişimiz bile bir sonlaydı aslında. Sizce de öyle değil miydi? Aylarca güvenilir bir atmosfere alışmışken o ortamın sonlanması ve bizim dış dünyayla olan ilk bağımız. Dünyaya ağlarken geliyoruz hepimiz. Belki de bir sondan korktuğumuz için ağlıyoruz. Fakat, küçücük kalbimiz, derinlerinde biliyor ki bu sonla birlikte yeni bir yaşama adım atıyoruz. Sonrasında zaten o ağlayan dudaklar, susuyor birden. Annenin maddi manevi verdiği güven, su ve rahatlatıcı seslerin verdiği huzur, loşluğun kazandırdığı sakinlik ve mutluluk, elbet bitecekti bir gün. Buna karşın, kocaman bir sevgi ortamıyla tanışıyoruz. Şartlar ne olursa olsun, yeryüzüne gelen minicik bir yaşamı herkes, gülümseyerek karşılıyor.
DÖNGÜSEL BİR YAŞAM
Doğduğumuzdan beri, hep bir şeyler bitiyor ve bunların yerine yepyeni başlangıçlar yaşanıyor. Doğum günlerimiz… Böyle bir günü sevmeyen var mı? Sanmıyorum. Kutlanan doğum günleri, sona kadar döngüsüne devam ediyor. Kaç kişi beni arayacak, bana mesaj atacak ya da on ikiden önce kaç gerçek sevenim bana sürpriz yapacak? diye düşündüğümüz anlarımız. Bir yaş gider ve yenisi gelir. Her yeni yaşımızda mumlara doğru üflerken bir öncekinden daha da iyi ve daha da fazla niyet ederiz. Gençliğimde, elimdeki herhangi bir şey bitmesin diye çoğu zaman kullanmazdım. O dönemlerde saklama psikolojisi nerden yapışmıştı bana, bilinmez. Belki de istediğimiz bir şeye sahip olabilmek için ay sonunu beklediğimizden, belki de kıtlıktan ve istediğimiz şeyin bulunması zor olduğundan. Kıbrıs’ın 80’leri, 90’ları,şimdiki gibi bolluk bereket içinde değildi. Büyük marketlerin olmadığı, Kıbrıs halkının sırf kıyafet ya da keyif için İstanbul’ lara gidemediği, olanla yetindiğimiz, çok sevdiğimiz bir şeyi siparişle ve sabırla bekleyerek getirtebildiğimiz dönemler… Şimdi, elbisen mi var, giymelisin eskitene kadar. Kalemin mi var, yaz bitsin. En sevdiğin ayakkabıyı giy, sen de gör; başkaları da görsün. Anlıyorum ki bilinçsizce olmasa da elimizdekileri sonunu getirene kadar kullanmalıyız. Zamanı gelince yenisi gelecek. Olanaklarımızı yarınlar için sandıklara koymamalıyız. Bugünü, bugünde yaşamalıyız.
ÇILGINCA BİR DÜŞÜNCE
Benliğimize kopyalanan sona yaklaşma düşüncesi olmasaydı, neler olurdu? Şöyle dışardan insanlara bakınca çoğunluğun yapacaklarını, yapması gerekenleri, hep bir gün sonraya bıraktığını görüyorum. Bir gün sonrası da hiç gelmez. Bence, sonlu olduğumuzu bilmek, bir anlamda harekette kalmamızı sağlıyor. Bizleri dinç tutuyor. Bize dua ettiriyor, anı değerli kılmamızı sağlıyor. Çılgınca olması kadar, işe yararlı olması da dikkat çekici. Çılgınlığı, bilinmezliğiyle eşdeğer. Sonlu ve sonsuz tartışması, hala insan beynini meşgul eden bir konu.
SONSUZLUK İNSANLIĞA BIRAKILAN KÜLTÜREL MİRASTA
Sonlu bir varlık olarak, yazdıklarımızla, resmettiklerimizle, öğrettiklerimizle; tüm bunları kitaplara dökmelerimizle adımızı sonsuzlaştırmak. Bunu yaparken de bu kültürel mirasla bizden sonrakilere ilham olabilmek. Düşünce ve duygularımız, bir başkası tarafından okunuyorsa, dinleniyorsa, söyleniyorsa, anlatılıyorsa; artık o bizim değildir. Adımız, her anıldığında sonlu olmayı yaşamışken sonsuzluğun da uç noktalarına çıkmış oluyoruz. Bedenen sonsuzluğu yaşayamasak da adımızın biz, bu yaşamdan gittikten sonra bir yerlerde geçmesi, birilerinin konuşmaları arasında dolaşması bizi yüceleştirirken insanlığa olan hizmetini de sunar. Milyonlarca insanın ölümüyle birlikte adlarının yaşayanlar arasında hiç geçmemesini kayıp olarak değerlendiriyorum. İnsanlığa, gerisinde yazılı ve / veya sözlü herhangi bir şey bırakmış kişinin hiç ölmemiş gibi anılarda yaşaması, renkli bir gökkuşağı görüntüsü oluşturmakta. Bir başkasının, bu kim olursa olsun, yaşamında capcanlı bir halde rolümüzü alır ve bir döngü misali sondan başa döneriz. Böylece, sonlarımız da başlangıçlarımız olur.
Bu haber 2790 defa okunmuştur

:

:

:

: