İnsan varoluşundan bu yana bilmediği, anlamadığı ne varsa ya korktu, ya taptı... Meczupda da her aklın eremeyeceği derinlikler vardı. Doğduğu, büyüdüğü, kimi yaşıtı, kimi -evlenmiş olsaydı- çocuğu yaşında insanların, sırf anlayamadıkları için acımasız sözlerine maruz kalmıştı. Öyle böyle geçerken zaman, herkes bir yerde meczup yine kendiyle; “Ölürsem beni göğe gömün, ölürsem beni göğe gömün, ölürsem beni göğe gömün” diyerek kahve meydanında çember çizer halde durmadan yürüyordu. ‘Ne diyor yine bu?’ diyerek alaya almak için kulak kesilenler de dahil tüm kahvehane bir saniyelik sessizliğe gömüldü. Onlara göre bir meczubun akıllı saydıklarından daha akıllıca bir şey konuşması mümkün değildi. Büyük cümleleri makam koltuğunda büyük adamlar ederdi. Bunun üzerine bozuldu sessizlik. Yersiz gülüşmeler eşliğinde ‘Deli işte’ dedi kimileri. Kimileri ise cümledeki ahenge dikkat çekip, alaycı bir üslupla; ‘Türkü mü söylüyor bu?’’ dedi.
Hiçbiri meczupun cümlesindeki derin yalnızlığı, kırılmışlığı duyamamıştı . Belki de kendilerince ‘Dirisinden hayır gelmeyenin ölüsünü de istemeyiz’ diye düşünüp amin dilediler duasına. Bu arada yorulup tam durduğu yere çömeliverdi meczup. Birbirine hem hiç benzemeyen, hem de tıpatıp aynı adamları gördü. Akrabalıktan birbirini anımsatan simalar vardı elbet. Lâkin meczubun gördüğü benzerlik kan bağıyla alakalı değildi. Esasen onun baktığı bakış açısından bakıldığında hepsi gerçekten birbirinin aynıydı. Bunu sadece ötekileştirdikleri biri anlardı.
Önce göğe baktı, sonra kahvehaneye, tekrar göğe dikip gözlerini; “ölürsem beni göğe gömün” dedi, bu kez sadece kendi duyabileceği bir sesle… Bir dua gibi ağzında “Ölürsem beni göğe gömün” deyip dönerken, kaldırıp başını yukarıya, öylece bulutlara baktı birşey bulmuş gibi. Kaşı gözü olmayan, fikri olmayan bulutların güzelliğine, benzersizliğine dikkat kesildi. Sonra birden bir an; henüz küçük bir çocukken annesine sorduğu ve aldığı cevapla bir ömür yalnızlığına çare bulduğu o anı anımsadı.
Meczup; “Beni sana kim verdi?”
Annesi; “Allah”
Meczup; “Peki seni bana kim verdi?”
Annesi; “Allah”
Meczup; “Öyleyse Allah’a teşekkür edelim, nerededir”
Annesi okuma yazma bilmez, yaşadığı köyde duyduğu gördüğü kadarını kendine yettirmişti. Kadıncağız ne cevap vereceğini bilememiş, sonra kendince bir cevap bulmuştu; “Allah yukarıda, bak işte bulutların orada”