Yıldızlara bakmak

Şehirlerde yaşayanlar mı; yoksa köylerde yaşayanlar mı daha iyi görüyor, duyuyor, işitiyor, hissediyor? Hangisi, en yakınındakini daha iyi tanıyor?

Şehirlerde yaşayanlar mı; yoksa köylerde yaşayanlar mı daha iyi görüyor, duyuyor, işitiyor, hissediyor? Hangisi, en yakınındakini daha iyi tanıyor?
Türk şiirinin önde gelen şairlerinden ve edebiyat alanında birçok eser vermiş Behçet Necatigil’in “Yıldızlara Bakmak” adlı radyo oyununda bu konuyla ilgili verilmek istenen mesaj, oyunun tümünde okuyucusuna, seyircisine, dinleyicisine hissettirilmiş; aynı zamanda da çok iyi bir edebi üslupla konu, açıklıkla ortaya konulmuştur. Oyunda, yıldızlara bakmanın baktığını sanmakla eşdeğer olduğu belirtiliyor. Bolca ışık olan büyük şehirlerde, onca aydınlığa rağmen, insanların değil yıldızları, birbirlerini görmekte bile zorlandığı konusu anlatılmak isteniyor. Tabii, tüm bunların farkına varamayan şehirli, en uzaktaki yıldızı da en yakınında duran varlığı da gördüğünü; onu birebir yaşadığını düşünüyor. Bana göre eser, bu konuya içsel olarak açıklık getiren, bizleri bu konu ve yakın konularla ilgili düşünmeye iten bir şaheser. Şehirlerde yaşayanlar, rastgele gökyüzüne baktıklarında yıldızları görmeye çalışsalar da ne yazık ki şehrin bol ışıklı olması nedeniyle çok da bir şey göremezler ya da gördüklerini sanıp heyecana kapılırlar. Oysaki, köylerde, kırsal alanlarda durum çok daha farklıdır. Buralarda gökteki yıldızlar, adeta dans ediyor gibidir. Çocukluğumda, yaz gecelerinde nerdeyse her gece yere uzanıp gökteki o minnacık parıltılara bakardım. Hatta, onlar gibi olmaya çalışır, bedenimi dümdüz tutar, ayaklarımı ve kollarımı açabildiğim kadar açardım. Yoga derslerimin çocuklar tarafından en çok sevilen pozlarından bir tanesidir “yıldız” pozu. Küçücük de olsa onlara şehrin yıldızları kaybedişini unutturmaya çalışıyorum derslerimde.
GÖREMİYORUZ DOKUNAMIYORUZ DUYAMIYORUZ DUYUMSAYAMIYORUZ
Bu dönemdeki bizler, uzakta olanları göremediğimiz için şikayet ediyoruz. Fakat, öncelikle en yakınımızdakileri görebiliyor muyuz? Bunu hiç düşündünüz mü? Yakınımızı, neredeyse üzerine basacak kadar dibimizde olanı ne kadar görmeye çalışıyoruz? Yaptığımız tek şey, üstünkörü bakmak sadece. Baktığımızda göremeyiz. Dikkatlice baktığımız zaman, onu görmeye çalışır; hatta tanırız. Yavaş yavaş onu içselleştiririz. Önce bize en yakın olanı görmeliyiz. Uzaklara bakmak, sonraki iş. Görebilmenin şartı, odaklanabilmektir. Bunun için de yaşam şeklimizi ya da yaşadığımız yeri değiştirmemize hiç gerek yok. Meditasyon ( rahatlama yöntemi ) yapmayı öğrenmek, dikkatimizi artıracak, çeşitli uyaranlara karşı bizi duyarsızlaştırıp esas algımızı bize gösterecek, bizleri bu algı üzerinde yoğunlaştıracak. Bu rahatlama yöntemiyle birlikte görmenin ne olduğunu hissedip mutluluğu kendimizde bulacağız. Örneğin, çocuklarımıza bir fidan diktirip o fidanın yetişmesindeki tüm sorumluluğu onlara verebiliriz. Çocuk, fidanı yetiştirirken onun her türlü aşamasını izleyip böylece, yaşama daha dikkatli bakmayı da öğrenecek.
GÜNEY KORE FİLMLERİ
Senelerce ödüllü olsun olmasın Güney Kore filmlerini izlemeye gayret göstermişimdir. Bu filmleri izlememdeki neden, bu filmlerin kültürüme yakın olduğu için değil tabii ki. Bu filmlerde görsel, işitsel, dokunsal, duyuşsal tüm uyaranlar bir arada. Filmdeki bir kiraz dalının çiçeklerinin taç yapraklarının toprağa düşüşü bile merasim gibi veriliyor. Yaprakların yavaş yavaş yer çekiminin etkisiyle aşağıya doğru düşüşü ve o andaki sessizlik içerisinde çıkarmış olduğu hışırtı, kulaklara, gözlere bayramı yaşatıyor. Bir de o an ruhumuzun yaşadığı keyif, bitmesi istenmeyen haz… Güney Kore filmleri, bende güzel izler bırakan; belki de şu anki derinliğimi, sessizliğimi, sakinliğimi kazanmamdaki yolu açan etkenlerden bir tanesi. Köylerde yaşayanlar olsun şehirlerde yaşayanlar olsun bence herkes, öncelikle en yakınındakilere dikkatlice bakmalı ve gerçekten görmeli; sonrasında daha uzakları görebilmenin keyfine varmalı.
Bu haber 2639 defa okunmuştur

:

:

:

: