Büyümek

“Büyümek” nedir? Büyümek için neler gereklidir? Bir fidanın ağaç olmasıyla bir bebeğin adam olması arasında fark var mıdır?

“Büyümek” nedir? Büyümek için neler gereklidir? Bir fidanın ağaç olmasıyla bir bebeğin adam olması arasında fark var mıdır?
Yeni ekilen bir fidanın üstüne titrenir. O fidan, gün gelecek büyüyecek ve kocaman bir ağaç olacak. Bu düşüncenin ülkesi, milleti, dini yoktur. Dünyanın her yerinde, herkes için aynıdır. Fidan, dikilir, sulanır ve iyi dileklerle büyümesi beklenir. Topraktaki mineraller, güneş ve su yardımıyla fidan, her geçen gün büyür. Önceleri, çok cılızdır. Sevimsiz, her an kırılacak, en taze kısmından sanki topağa kendini bırakacak gibi görünür. Onun için ilk günle sonraki günler arasında inanılmaz fark olur. Gün devrilip de yeni gün geldiğinde güneş, su, toprak üçlüsü, onun için altın değerinde kabul edilir. Günden güne boynu düzelir, yapraklarının rengi koyulaşır, gövdesi kalınlaşır. Dimdik göğe doğru kendini bırakır. Onu hasara uğratmaya, büyümesini engellemeye çalışan düşmanları olsa da bir kez güçlendikten sonra cılızlığa, güçsüzlüğe dönüş olanaksızlaşır. Bu, onun için iyi bir özellik… Zaman geçtikçe boyu daha da uzar, göğe doğru gitmek için daha da istekli durur, bazen olduğu yerde sayar; böylece dinlenir, belki meyvesi olur, belki de olmaz, bulunduğu yere göre şekil alır, rengini bulur ve kendini oranın hakimi ilan eder. Toprağa sıkı sıkıya sarılıp orada kökleşir. “Ben de varım. Dimdik ayaktayım.” der. Ve bir fidanın ağaç olma serüveni burada biter. Peki ya biz, ağaç gibi olmayı, onun gibi büyümeyi nasıl deneyimliyoruz?
YAŞAMA BÜYÜMEK İÇİN TUTUNUYORUZ
Bizler de bebekken tutunuyoruz. Yaşamda kalıp da büyüyebilmek için önce annemize; sonra da bize yaşam verecek, bizi büyütecek tüm besinlere, ihtiyaç duyduğumuz insanlara tutunuyoruz. Böylece, yaşama doğru uzanıyoruz ve dolayısıyla da uzuyoruz. Aklımız fikrimiz göğe doğru uzamak. Yere doğru büyüyen bir insan gördünüz mü ömrü hayatınızda? Görmediniz tabii ki. Göremezsiniz de. Yaşamak, göğe doğru olur. Hep yukarıya doğru. Köklerimiz; annemiz, babamız, büyük büyük annelerimiz ve babalarımız, bizi sıkı sıkıya dünya toprağına bağlı kılanlar. Doğuyoruz, büyüyoruz, iş alıyoruz, evleniyoruz, ev sahibi, araba sahibi oluyoruz, çocuklarımız oluyor ve biz, kökleşiyoruz. Her kök, kendini güçlülüğüyle belli eden farklı özelliklerdeki damarlardan oluşuyor. Bu damarların içi kanla, canla dopdolu. Bizi biz yapan ne varsa; onlarla kuşatılmışız. Biz, onlarla varız. Köklerimizden birine bir şey olsa; yerle bağlantımızın kopacağını düşünür, bu dünyadan gitme riski karşısında korku ve endişeyle çevreleniriz. Biz, kökleştikçe daha da genişliyor alanımız. Başımız, her zaman dik.
YAVRU AĞAÇ MİSALİ
Biz de yavru ağaç gibi göklere doğru, başarılara doğru büyüdükçe büyüyoruz. Güçlendiğimiz zaman, bizim de bedenimiz, ruhumuz dengede ve sarsılmaz bir kuvvetle kendimizin izin verdiği kadar risk alabilen, doğruyu ararken bazen de hataya düşebilen, sevgiyi öğrenmek için acıyı yaşayan ve yaşatan, başarmak için var gücüyle çalışan, ayakta duran, yaşamı tatmak için başkalarına da ışık tutan, onlara şans veren, şansı nasıl elde edecekleri konusunda onlarla kendi deneyimlerini paylaşan insanlar haline geliyoruz. Belli bir yere geldiğimizde durup da dinleniyoruz. Kendimizi de dinliyoruz. Bu dinlenmeler ve kendimizi dinlemeler, bizi önce küçültüyor. Çünkü, kocaman bir iç dünyamız olduğunu ancak ve ancak o zaman anlıyoruz. Sonra, bir bakıyoruz ki bu iç dünyanın içinden büyüyerek yukarıya doğru fışkırıyoruz. Bilgi yüklü, duygu odaklı, insan merkezli oluyoruz. Kendimizi keşfettikçe ve kendimizi dönüştürdükçe çevremizdekilere de katkıda bulunuyoruz. Seneler sonra bu yolculukta, fidanın ağaç olmasıyla bizim adam olmamız arasında pek farkın olmadığını da böylece anlıyoruz.




Bu haber 3329 defa okunmuştur

:

:

:

: