Bir Istakozun Hikayesi

Eylül 2005 Maremonte, Lapta Çoğu insana göre Eylül Kıbrıs’ın en güzel ayıydı. Şanslıydım bende tam da Eylül’de gelmiştim bu şehre.

Eylül 2005
Maremonte, Lapta
Çoğu insana göre Eylül Kıbrıs’ın en güzel ayıydı. Şanslıydım bende tam da Eylül’de gelmiştim bu şehre. Yanımda getirdiğim kocaman valiz denize sıfır manzaralı dev pencerenin önünde açılmayı bekliyordu. Kendimi her sabah olduğu gibi yine gerçekliğine hâlâ inanamadığım o eşsiz güzelliği seyrederken buldum. Geleli henüz 1 hafta olmuştu. Ailemden uzak kaldığımdan mı yoksa başka bir şeyden mi bilemiyor, günlerin hiç geçmediğini düşünüyordum. Deniz nasıl; insanlar ve gemiler gidince durgunlaşırsa, öyle durgundum bende. Besbelli bir şeyler gitmişti benden de.

17 yıllık bütün hayatımı sığdırdığım tek valiz, odaya ilk girişte bıraktığım yerde öylece duruyordu. Bir ara yerleştirmeye niyetlenince, evvela annemin koyduğu sabuna uzandım. Elbiselerimi yerleştirmeye başlamadan, lavaboya geçip anne eli değen sabunla ovaladım ellerimi. O sabun ki ev kokusuydu, aileydi, anneydi. Olur ya kokusu sinerdi ellerime, ellerim yüzüme annem gibi değerdi... Sabun buram buram yasemin kokuyordu. Annem yasemin mi kokar, sümbül mü, gül mü bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı; annem her şeyden güzel kokardı. Bu yüzden bütün güzel kokular, bana hep onu anımsatırdı… Ellerime kokunun iyice sindiğine emin olduğumda sabunu bırakıp, musluğu kapattım. Meğer su sesinden kulağıma henüz çalınmayan bir ses varmış bütün yurtta duyulan. Odamdan ayrılıp, önceki günler hiç de merak etmediğim diğer odaların kapılarını bu sesi bulmak için çaldım. Birkaç adım sonra koridorun sonuna yaklaştığımda, sonuncu kapının açılmasıyla; yerde oturmuş elinde ney, ben yaşlarda bir kız, gözüyle işaret edip, içeri buyur etti. Etrafındakilerin, bu enstrümanı ve felsefesini anladıklarından pek emin olamasam da, merakla çevrelemişlerdi kendisini.

Kulağım neyde, kalbim evimdeyken bugünden sonrasının benim için bir milat olacağından habersiz herkes gibi bağdaş kurup dinlemeye koyuldum. Dinleti bittikten sonra, sıra tanışmaya gelince doyamadığım muhabbetle geceyi sabah ettik. Başka ufuklar başka dünyaları keşifteydim. Günler görmediklerimi görmeye başlamakla geçiyordu. Her geçen gün kırılmış kabuğumun altındaki ürkek benliğime cesaret verebileceğimi öğrendim bir gerçekle. Kabuğuna sığmayacak büyüklüğe her geldiğinde, kırdığı kabuğuyla vedalaşan ve bu vedalaşmayı hayatı boyunca ne zaman gerekirse o vakit korkmadan tekrarlayan, bir ıstakoz hikayesinde buldum cevabı. Yumuşacık etiyle, asla esnemeyen o sert kabuğunun altında, nasıl büyüdüğünü merak ettiğimiz ıstakoz gibiydim işte. Kabuğumu kırdığım yerden uzakta, güvenle kendime doğru ilerlemekte...

:

:

:

: