ABD Kıbrıs’a ne zaman ortak oldu?

İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat dün Ada TV’de yaptığı açıklamada BM gözetiminde Cenevre’de yapılacak toplantıya ilişkin, “27 Nisan zirvesi büyük hatadır.

İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat dün Ada TV’de yaptığı açıklamada BM gözetiminde Cenevre’de yapılacak toplantıya ilişkin, “27 Nisan zirvesi büyük hatadır. Çünkü görüşmeye ilişkin ortak bir zemin yoktur. Süreç çökerse müzakerelere en az 5 yıl ara verilir. Crans Montana’dan beter olabiliriz. Böyle zirveler ancak her şey bittikten sonra yapılır” dedi.
Aslında Cenevre’deki durum biraz da malumun ilanı olacaktır. Ne olursa olsun bu toplantıda yaşananları ele alırken, meseleye sadece Kıbrıs meselesi üzerinden değil, Doğu Akdeniz’deki güç kavgası üzerinden bakmak da faydalı olacaktır.
Adanın etrafındaki doğal kaynaklar iştahları öyle kabarttı ki, ABD Lefkoşa Büyükelçisi Garber dün TAK’a verdiği mülakatta “Kıbrıs’ın ortağıyız, Kıbrıs sorununun çözümüyle yakından ilgileniyoruz” demekten kendini alamadı.
Elbette bu noktada ABD Büyükelçisi’ne şu soru sorulmalıydı.
Siz ne zamandır Kıbrıs’a ortak oldunuz?
Bildiğimiz kadarıyla Kıbrıs’ta Amerikalı bir etnik grup yok.
O halde 10 bin kilometre ötedeki ABD, Kıbrıs’a nasıl ortak olur?
Bu sonunun yanıtını aslında 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren net olarak görüyoruz.
Dünyanın jandarması ABD, başta Ortadoğu olmak üzere hiçbir doğal zenginliğin bulunduğu yeri ya da stratejik noktayı başına buyruk bırakmadı.
Bunu artık öyle doğal bir hak olarak görüyorlar ki, adada işi “Kıbrıs’ın ortağıyız” demeye kadar götürüyorlar.
“Kıbrıs sorununun çözümüyle yakından ilgileniyoruz” diyen ABD Büyükelçisi, adada silahlanmayı körüklemelerini de şöyle açıklıyor:
“Kısmi olarak savunma ticareti kısıtlamalarını kaldırdık. Bunun adada silahlanmayı teşvik ettiğini söyleyemeyiz. Doğu Akdeniz, ABD için büyük önem taşıyan bir bölge olmaya devam ediyor.”
Pes…
Söylenecek söz bulmakta zorlanıyoruz
Büyükelçisi Garber, üstüne üslük bir de “Doğu Akdeniz’de taraflar gerginliği tırmandıracak provokatif eylemlerden sakınmalı” diye de aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyor.
Rumları silahlandırırken bu provakatif eylem olmuyor mu?
Ya da ABD’nin Rumlarla tek yanlı yaptığı anlaşmalar, gayrı meşru sondaj girişimleri provokatif eylem sayılmıyor mu?
Bu soru elbette ABD Büyükelçisi’ne sorulamıyor.
Çünkü güçlü olan her zaman haklıdır ilkesiyle ABD, “dediğim dedik çaldığım düdük” diyor.
Ancak nereye kadar?
Bu sorunun yanıtı, Çin ve Rusya’nın etkinliğinin giderek arttığı yeni dünyada yeni denklemleri karşımıza çıkaracak. İzleyip göreceğiz.



Bu haber 10285 defa okunmuştur

:

:

:

: