Salgında “ölüm hakkı” olamaz

Genç bir kadın. Lefkoşa Pandemi Hastanesi’nde Covid-19 nedeniyle aylardır tedavi görmekteydi. Sadece 29 yaşında A.F. ismi, ama salgın onu affetmedi. Daha geçen ay da çocuğunu kaybetmişti. O da sadece altı aylıktı. Sebep salgın dediler. Yalan. Sebep aşı karşıtlığı, aşıya direnme bağnazlığı.

Genç bir kadın. Lefkoşa Pandemi Hastanesi’nde Covid-19 nedeniyle aylardır tedavi görmekteydi. Sadece 29 yaşında A.F. ismi, ama salgın onu affetmedi. Daha geçen ay da çocuğunu kaybetmişti. O da sadece altı aylıktı. Sebep salgın dediler. Yalan. Sebep aşı karşıtlığı, aşıya direnme bağnazlığı.
Tabii ki normal şartlarda insanların tıbbi tedavi alıp almayacakları birkaç istisna dışında kendi hür kararlarını gerektirir. Bazı tıp otoriteleri ölüm yatağında tedaviyi reddetme, bir anlamda ötenazi, yani ölme hakkına sahip olduklarını savunur. Hapishanelerde mesela birçok ülkede siyasi tutuklular başvururlardı eskiden arada bir ölüm orucuna. İdeolojik taleplerini veya toplumsal isteklerini ya da hapishane koşullarının iyileştirilmesi taleplerini savunmak için bazı insanların hayatlarını ortaya koymaları bana hep üzücü ve kabul edilemez gelmiştir.
Yazık değil midir heba olan canlara? En temel hak yaşama hakkı ise eğer insanlar hem kendi hayatlarını hem başkalarının yaşamını tehdit edecek takıntılardan uzak durmaları gerekmez mi? Pek dindar değilim ama, dinler de “öldürmeyeceksin” diye emretmez mi? Bütün dinlerde tanrının verdiği canı ancak tanrının alacağı, kulun kendi canı dahi olsa can almakla en büyük günahı işleyeceğini vurgulamaz mı? İslami kültürde mesela, birçok mezhepte din adamları intihar edenlerin namazını kıldırmak istemezler. Bence de yanlış ama intihar etmekle “din dışı” olduğunu, cenaze merasimini, duayı hak etmediğini düşünürler kendi canını alan kişinin. Haklısınız, bence de son derece anlayışsız, katı bir görüş bu.
A.F. ve benzeri düşüncedeki arkadaşların anlamak istemedikleri konu şimdi aşı konusunun normal zamanlarda söz konusu olan tıbbı tedavi ile alakası yok. Normalde her türlü tedavi, organ veya kan nakli, aşı, protez bacak, kol takılması çok büyük oranda kişiyi ilgilendirir. Kişinin daha sağlıklı veya konforlu yaşaması için yapılan müdahalelerdir. Yani konu hep kişiseldir. Ancak bahse konu bir epidemi, yani tüm insanlığı tehdit eden bir salgın ise, kişiler ne kadar özgür kalabilirler, bırakılabilirler?
Kocaman bir insan kalabalığının ortasında virüs bulaşmış bir arkadaş ile bomba kuşanmış bir terörist arasında ne kadar far vardır acaba? Salgını yayarak insanların ölümüne sebep olmakla, pimi çekip onlarca insanı öldürmek çok mu farklı gerçekten?
Salgın durumlarında başarı ancak aşı ile gelebilecektir. Toplumsal bağışıklık ancak toplam nüfusun %80 üzerinde aşılanması ile olabilecektir dese de tıp uzmanları, maalesef bu çok doğru değil. Bu yangın ne sadece belli bir evde, mahallede, köyde ya da şehirde, ne de sadece bir tek ülkede hayatları karartıyor. Tüm insanlık tehdit altında. Dolayısıyla Ankara’daki Hasan Emmi de Kıbrıs’taki A.F. de aşı olmayı reddettikleri zaman sadece kendilerine veya sevdiklerine, temasta olduklarına tehdit oluşturmuyorlar, tüm insanlık için patlayıcı yelek giymiş gibi bir tehdit haline geliyorlar.
Geçen hafta çok önemli bir üniversite hastanesinde iki saygın doktor öldü. Daha çok gençti ikisi de. Daha yeni 40’lı yaşlarına gelmişlerdi. Doktor olmalarına rağmen aşı karşıtı idiler. Öldüler maalesef.
Sağlık Bakanlığı ve uzmanlar neredeyse her gün ölenlerin %90 civarında aşı olmayan veya birinci aşıyı olmakla ikinci aşı için tembellik yapanlardan oluştuğunu vurguluyorlar. Güneydoğu illerimizden bir çoğunda bir dönem doğum kontrol amacıyla spiral yerleştirilmesi “devlet bizi dinleyecek” paranoyası içinde reddediliyordu. Şimdi de, mesela Diyarbakır’da, aşının kısır yaptığı iddiasıyla aşın karşıtlığı yayılıyor. Halbuki bu salgının bir önemli sonucunun da kısırlık olduğu tıp adamlarınca devamlı vurgulanıyor.
Bu arada her ne kadar bu varalar Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine pek güvenmesem ve salgın ile ilgili mi bilmesem de Türkiye’de kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızının 2019 yılındaki 1.88 çocuktan, 2020 yılında 1.76 çocuk düzeyine gerilediğini açıklaması kanımca çok önemli. Birçok uzman toplumun kendini yenilemesi için gerekli seviyenin %1.80 olduğunu hatırlatmaları dikkate alınırsa doğum oranındaki düşüş ciddiye alınması gereken bir alarm zili bence.

Bu haber 1827 defa okunmuştur

:

:

:

: