Ötanazi, tarih boyunca birçok hukuk sisteminde kendine tartışma alanı bulmuş ve yıllar geçtikçe üstünde daha çok düşünülmeye başlanmış bir kavramdır. Ötanazinin tanımından, türlerine; yasal olup olmadığından, yaşam hakkı ile ilişkisine kadar birçok görüş ortaya atılmış ve bu konularda halen çoğu hukuk sisteminde kesin bir kanıya varılamamıştır. Ötanazi bazı ülkelerin ceza kanunlarında düzenlenmiş, bazı ülkelerde ölme hakkı çerçevesinde yasal olarak kabul edilmiş, bazı ülkelerde ise herhangi bir düzenlemede kendini gösterememiştir. Ötanazi ile ilgili yaşanan tartışmalardan en geniş kapsamlı olanı yaşam hakkı ve eğer varsa ölme hakkı ile ilişkisinin ne boyutta olduğu konusundadır.
Ötanazi kavramı tarihte ilk kez Bacon tarafından kullanılmıştır. “Kelime anlamı olarak ötanazi(eu=güzel, tanasium=ölüm), güzel ölüm, iyi ölüm, kolay, rahat ölüm anlamlarına gelmektedir”.
Bu kavram tarih boyunca çeşitli şekillerde tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu tanımlarda genel olarak ölümün kaçınılmaz olması ve kişinin de dayanılmaz acılar çekmesi kabul edilmiştir. Fakat diğer tanımlarda bunlardan farklı hususlara da dayanılmıştır. Örneğin bu fiilin doktor tarafından yerine getirilip getirilmeyeceği ya da hastalığın niteliğinin ne ölçüde olması gerektiği konularında bir fikir birliği bulunmamaktadır. Dolayısıyla ötanazinin tanımı konusunda da bir birliğin sağlandığını söylemek mümkün değildir. Tüm bunlarla beraber genel kabul gören bir tanım yapmak gerekirse, “ötenazi, tedavisi olmadığına karar verilen ve dayanılmaz acılar çeken hastaların, ısrarlı ve açıkça belirttikleri iradeleri doğrultusunda veya iradeleri alınamadığında kanuni mümessillerinin veya mirasçılarının izni ile onların yararına olmak üzere icrai veya ihmali, bir davranışla tıbbi yoldan yaşama son verilmesi” olarak tanımlanabilir. Hasta eğer öldürme hareketini bizzat gerçekleştirişe bu durumda ötanazi söz konusu olmayacaktır. Böyle durumlarda mevzu bahis asiste intihar olacaktır.
Ötanazi kapsamı, uygulanması ve iradi olup olmaması bakımından çeşitli sınıflara ayrılmaktadır. Bunlar, dar anlamda -geniş anlamda- en geniş anlamda ötenazi, aktif-pasif ötanazi, istemli-istemsiz ötanazi ve kazai-medikal ötanazi şeklindedir.
Bahsedilen ötanazi tiplerinin ortaya çıkabilmesi ve Ceza Hukuku anlamında ötanazinin suç sayılmaması için doktrinde bir takım koşullar ortaya koyulmuş bu koşullar gerçekleşmediği takdirde ötanazinin suç teşkil edeceği görüşü baskın görüş haline gelmiştir. Buna göre, ötanazinin şartları:
a. Beyin ölümü gerçekleşmemiş, yaşayan bir kişinin olması gerekir.
b. Bu yaşayan kişinin hasta bir kişi olması gerekir.
c. Bu hastalığın tedavisi imkansız olmalıdır.
d. Bu söz konusu hastalık kişide katlanılamaz bir acıya sebep olmalıdır.
e. Hastanın hekim tarafından uygulanacak olan ötanaziye onay vermesi gerekir.
f. Öldürme fiili hastanın acılarının en kısa sürede dindirilmesini sağlamak saikiyle gerçekleştirilmiş olmalıdır.
İnsanların sahip olduğu haklar arasında her ne kadar bir üstünlük sıralaması yapılması mümkün olmasa da, yaşam hakkı niteliği gereği diğer hakların bir önkoşulu niteliğindedir. Yaşam hakkı olmadan diğer haklarımızı kullanmamız neredeyse imkansızdır. Bu sebeple ötanazi müessesesi incelenirken, en temel hakkımız olan yaşam hakkı ile olan ilişkisinin de mutlak suretle değerlendirilmesi gerekir.
T.C. Anayasası’nda yaşam hakkını madde 17 fıkra 1’de görmekteyiz. Buna göre Anayasa; “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” demek suretiyle herkesin yaşam hakkı koruma altına alınmıştır. T.C. Anayasası yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de yaşam hakkını düzenlemiştir.
Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 2 ile yaşam hakkı, açıkça koruma altına alınmış ve herhangi bir şekilde yaşam hakkından mahrum bırakma söz konusu olduğunda devletin, 2.madde bağlamında sorumlu tutulamayacağı durumlar, sınırlı sayımla hüküm altına alınmıştır. Bu sebepler sınırlı sayım yöntemiyle ele alındığından bunlar dışında devletin sahip olduğu başkaca yasal öldürme sebepleri bu hüküm çerçevesinde üretilemez.
Yaşama hakkı, esas itibarıyla insan yaşamını korur. Bu hakkın insan yaşamını koruma alanının sınırlarını bir noktada devletin yükümlülükleri çizmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu sözleşmenin 2. maddesinin devlete üç tür yükümlülük yükleyecek şekilde düzenlendiğini belirtmiştir. Buna göre, ilk olarak, devletin bireyi öldürmeme yükümlülüğü vardır. İkinci olarak yaşamı koruma yükümlülüğü yer almaktadır. Ve son olarak da devletin meydana gelen ölümü soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır.
İşte ötenazi ile yaşam hakkı tam olarak bu noktada kesişmektedir. Ötenazi hakkındaki tartışmaların temel kaynağı devletin yaşam hakkı konusundaki yükümlülüklerinin değerlendirilmesi hususundadır. Devletin bireyi öldürmeme yükümlülüğü çeşitli bakımlardan tartışılmış ve ötanazi konusunda ülkeden ülkeye değişen birçok düzenleme ortaya çıkmıştır.
Mukayeseli hukukta ötanaziyi suç olarak kabul eden görüşler olduğu gibi suç olarak kabul etmeyen veya hukuk sistemlerinde düzenlenmesine gerek olmadığı şeklinde görüşler de vardır.
Ötanazinin gerçekleşmesi amacıyla gerçekleştirilecek olan fiiller günümüzde pek çok ülke kanunu açısından suç teşkil etmektedir. Bununla birlikte, bu suçun niteliği ve verilecek olan cezanın miktarı devletten devlete değişmektedir. Bunun yanında ötanazinin suç sayılması gerektiği görüşünü benimseyenler bile, kişiyi öldürme fiilini gerçekleştiren hekimin insani duygularla hareket etmesi bakımından verilecek cezanın kasten öldürme cezası ile eş değer olmaması gerektiğini ve ilgili kanunda ötanazinin farklı bir suç tipi olarak düzenlenmesi gerektiğini savunmuşlardır. Tüm bunlarla birlikte kişi özgürlüğünün gelişmekte olduğu da göz önünde bulundurulursa, ötanazinin suç olmaktan çıkarılması gerektiği yönündeki görüşler de son zamanlarda sayıca artmıştır. Ötanazi başka bir açıdan değerlendirildiğinde, kişilik haklarının korunması açısından da ayrı bir değere sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Ötanaziyi suç sayan devletlere örnek olarak Amerika Birleşik Devletleri verilebilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde federal anayasada ötenazi, kasten adam öldürme suçu sayılmaktadır. Bununla birlikte ötenazi uygulaması eyaletten eyalete değişmektedir.
Ötanaziyi suç saymayan ülkelere örnek olarak ise Hollanda verilebilir. 10 Nisan 2001 tarihinden itibaren Hollanda’da hekim destekli intihar ve ötanazi yasal hale gelmiştir. Aslında bu kanun önceden de var olan ötanazi uygulamalarını yasal bir hale dönüştürmüştür. Kanun, belli durumlarda ve ancak koşulları gerçekleştiğinde aktif ötanaziyi gerçekleştiren hekimlerin bu fiillerinden dolayı cezalandırılmayacağını hüküm altına almıştır.
Türk Ceza Kanunu’nda ötanaziye ilişkin olarak doğrudan bir düzenleme yapılmamıştır. Sağlık Bakanlığı’nın 1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmeliği ise ‘Ötanazi Yasağı’ başlığını taşıyan 13. maddesinde, tıbbi gereklilik yahut başka herhangi bir nedenle yaşam hakkından vazgeçilemeyeceğini, kişinin veya bir başkasının talebine dayanılarak kimsenin hayatının sonlandırılamayacağını düzenlemek suretiyle ötanaziyi açıkça yasaklamıştır. Yine aynı yönetmeliğin 25. maddesi ise, ‘Tedaviyi Reddetme ve Durdurma’ başlığını taşımakta ve kanunun zorunlu kıldığı haller dışında, sorumluluğu kendine ait olmak üzere hastanın kendisine uygulanan veya uygulanacak olan tedaviyi reddetme veya durdurulmasını talep etme hakkı olduğu düzenlemesini getirmektedir. 1960 tarihli Tıbbi Deontoloji Nizamnamesinin 13. maddesi, teşhis veya tedavi amacı olmayan ve vücut dayanıklılığını azaltacak herhangi bir eylemin, hastanın arzusu bu yönde olsa dahi yasak olduğunu belirtmektedir. Türk Ceza Kanunu ile yukarıda bahsedilen mevzuatlar birlikte değerlendirildiğinde, aktif ötanazinin Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesinde düzenlenmiş olan kasten adam öldürme suçunu oluşturduğu, pasif ötanazinin ise Türk Ceza Kanunu’nun 83. maddesinde düzenlenen kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunu oluşturduğu ve dolayısıyla da bu hükümler bağlamında cezalandırılmaları gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Hekimin tamamen hastayı acılarından kurtarmak kastıyla hareket etmiş olması ancak cezanın belirlenmesi aşamasında hakimin bir indirim unsuru olarak dikkate alabileceği bir husustur. Her ne kadar önceki dönemlerde, TCK’nın 1989, 1997 ve 2003 yıllarında hazırlanan tasarılarında ötanaziye ilişkin olarak, kasten adam öldürmeden daha az ceza verilmesini öngören özel düzenlemeler ‘acı dindirme saiki’ başlığı ile yer aldıysa da, bu düzenlemeler kabul edilmemiş ve dolayısıyla da kanunlaştırılamamışlardır.