Acısıyla tatlısıyla geçen bir yıl, tamı tamına 365 gün 6 saat…
Geriye bakmayı sevmiyorum hele de beni üzen şeyler varsa… Aslında bu yıl tüm dünya olarak çok zorlandık. Pandemi sonrası EKONOMİ yerle bir oldu. Toparlanıyoruz derken bir sürü şeyle başetmek zorunda kaldık.
Ben 2023’ten çok umutluyum. En önemlisi CUMHURİYET’imizin 100. Yılını kutlayacağız. Üstelik bu yılın sayılarının toplamı 7’dir.
Ben güzel değişikliklerin olacağının müjdesini yüreğimde hissediyorum. Öyle düşünelim öyle olsun.
Yeni yılınızı SEVGİYLE kutluyor, tüm insanlığa GÜZEL ve AYDINLIK GÜNLER diliyorum.
SANA
Bir demet SEVGİ getirdim sana
Umutlarımdan derlenmiş
İnançla yoğrulmuş...
Bir demet DÜŞ getirdim sana
Güzelliklerle,
Hayallerle bezenmiş...
Bir demet İNANÇ getirdim sana
Doğruluk, dürüstlük
Hoşgörü dolu...
Ayşe TURAL
BİR YILI DAHA GERİDE BIRAKIRKEN
Yaşam ne büyülü bir ZAMAN DİLİMİ…
Sözcüğün kendisi bile benim içimi ısıtıyor…
Yaşam dediğimde içimde dereler çağlıyor, kelebekler uçuşuyor…
En güzel masal kareleri geliyor ormanların derinliklerinden…
Her şeye rağmen hayatı çok sevmek gerek…
Küçücük mutlulukları farkedip yakalamak gerek. O heyecanla günü yaşamak gerek…
Acısıyla tatlısıyla, hüzünleriyle, kayıpları ve kederleriyle geride bırakmaya sadece saatler kalan bir yıl…
Bir yılın her gününü, her saatini hatırlamaya imkan yok; bence gerek de yok…
Bırakalım acılar küllensin…
Hatalar unutulsun…
Dostluklar, iyilikler ve güzellikler hatırlansın ama…
YENİ sayfalar açalım, GÖNÜL zenginliğiyle dolu günler yaşayalım.
Her günün her SEVİNCİN değerini bilerek, farkına vararak NEFES alalım…
AŞKLAR TEK KİŞİLİKTİR
yürek sevdi mi en derinden
kök söktürür adamım...
tersten yaşanır
bütün hikayeler...
içindeki
kağıttan fenerlerde
inadına
binlerce mum yanar
binlerce dilek tutulur...
yanar yanar da
Mecnun misali
eriyen sadece
senin yüreğindir bilesin...
kör- topal yolcusun
bu uzun yolda...
inadına güçleşir her şey
sen yapayalnız kalırsın...
ne yazık ki aşklar
tek kişiliktir adamım
en çok sevende kalır...
Ayşe TURAL
TERZİ İPLİĞİN KIYMETİNİ BİLİR
Sizlere zaman zaman hobilerimden söz ederim bilirsiniz. Bahçe işleri, dikiş, yemek gibi... Modelinden sıkıldığım elbiselerimin eteğini, kolunu kesip eklemeler ve süslerle yepyeni hale getiririm.
Neden mi? Son yıllarda kumaşlar ve dokunduğu iplikler son derece kalitesiz ve sağlıksız. Çabucak deforme oluyor... Üstelik sağlıklı da değiller... Bedeninizi sentetik kumaş sardığında rahat edemezsiniz... İstediğim kalitedeki kumaşlar da ateş pahası...
Her ne iş yapıyorsam o süre içinde onunla ilgili düşünceler kafamda döner durur. Zaman zaman terziye de giderim elbette. Orada olduğum sürece pürdikkat onu izlerim.
Çok dikkat etmişimdir; terzi dikiş tamamlandığında makine ayağından çekerken alt ve üst dikişin ipini makasla neredeyse dibinden keser.
Akşam neden böyle yaptığını düşündüm. Elbette terzi için İPLİK ziyan edilmemeli... Marangoz ya da kasabın alet ve edevatına gösterdiği özen gibi mesela... Çünkü her defasında kullandığı aletleri temizler ve kutusuna kaldırmazsa paslanması ve eskimesi kaçınılmazdır. Terzinin makinesi, makası, iğnesi ve ipliği gibi...
Kısacası tutumlu olmak zorundadır. Önemsiz gibi görünse de ipliği ne kadar dikkatli kullanırsa o kadar kar eder.
Bir şey daha var elbette. Ne kadar emek verdiğini düşünürüm. Oradan kazancını nasıl ve nerelere harcayacağını hesaplamak zorundadır. Dar gelirlileri düşünürüm, elde olmadan...
Bol gelirlilerin önemsemediği, hesabını yapmadığı ne çok şeyin hesabını yapmak zorundadır.
Sanırım her şeyin kıymetini bilmek de bir marifettir. Farkına varmak da öyle!
En önemlisi de bunları çocuklarımıza göstermek, öğretmek ve anlatmak boynumuzun borcudur.
Bu zamanda her şeyin kıymetini çocuklarınıza öğretin lütfen. Bizim kuşak yarım dilim ekmeğin kıymetini bilenlerdendir.
EKMEK KAVGASI
Şu yaşam
Hiç de kolay değil senin için
Küçük adam…
Gün boyunca
Ya simit satmalısın “ gevrek”
Ya da çifti
Bilmem ne kadar olan çorap…
O da olmazsa
TARTI başında
Çiklet parasına
ADAM tartmalısın…
Ayşe TURAL
SİZLER ve KURŞUN KALEMLER
Anıların bohçası açılınca her gün, her an bir şeyler saçılır ortalığa... Yıllar öncesine ait belleğimde derin iz bırakan bu anıyı kim anlattı hatırlayamıyorum.
Her ötelediğimde UNUTMA BENİ, HAYDİ ANLAT diye kulağıma fısıldıyor...
Kulu'ya geldiğim zamanların birinde 92 yılı ya da sonrası olabilir. Sanki rahmetli Hasan Budak'mış gibi geliyor. Çok akıllı ve çalışkan bir çocuktu. Hep en önde, öğretmen masasına yakın oturmak ister, ağzımdan çıkan her sözü aklında tutmaya çalışırdı.
O yıllarda ortaokula giderken tüm çocuklar pantolon ceket giyer, kravat takarlardı. Buruş kırış da olsa, eskise de bir yıl boyunca o kıyafetler giyilirdi. Kolları, paçaları kısalsa bile… Kravatlar ip gibi kalsa bile…
Hasan’ın daha temiz ve tertipli giyindiğinin de farkındaydım. Ailenin maddi durumu iyiydi herhalde. Hatta bir gün yepyeni kahverengi bir takım elbise ile sınıfa gelmişti. Adam olmuşsun sana çok yakışmış dedim. Pek sevinmişti.
Sanırım benim evimden daha ilerde bir yerde oturuyordu.
Aradan yıllar geçti. Ara ara yine Kulu’ya uğruyordum. Hasan büyümüş okullar bitirmiş ve o da benim gibi Türkçe / Edebiyat öğretmeni olmuştu.
Kulu'ya bir gelişimde beni çalıştığı 60. Yıl İlköğretim okuluna götürmüş, öğrencileriyle tanıştırmıştı. Benim ŞAİR ÖĞRETMENİM demişti. Çok mutlu ve gururluydu.
Hatta o gün yazı dersi vardı...
Tahtaya benim şiir kitabımdan bir şiirimi yazmıştı. Gözlerim dolmuştu.
Bu olayı da o gün anlatmış olabilir. Yine de emin değilim. Nur içinde uyusun...
' Öğretmenim Türkçe derslerimizin yanı sıra bize GÜZEL YAZI dersi de verirdiniz. Tahtaya öyle güzel yazardınız ki bizim kargacık burgacık yazılarımız, sizin yazınızın yanında karınca sürüsüne benzerdi.
Sabırla kalemimizi tutar, harfleri daha güzel nasıl yazacağımızı gösterirdiniz. Gülümseyerek, büyük bir şefkatle...
Bizi severdiniz, hem de çok severdiniz, söylemezdiniz ama biz bakışlarınızdan anlardık.
O yıllarda fakirlik var. Kalem defter almaya bile gücü yetmeyen arkadaşlarımız vardı. Bizler paylaşmayı bilen çocuklardık.
Sınıfta kimin kalemi yoksa hemen kendi kalemimizi ortasından ikiye böler o arkadaşımıza verirdik. Bu yüzden kalemlerimizin arkası kırılmış odunlara benzerdi.
Yine bir gün yazı dersinde alfabeyi tahtaya yazmıştınız. Altına da dizi dizi sözcükleri sıralamıştınız. İnci gibi yazınız vardı.
Sıraların arasında dolaşıp yazdıklarımızı kontrol ederken benim defterime bakıp: 'Aferin sana çok güzel yazmışsın' diyerek yürüdünüz.
Sonra öğretmen masasının üstünde duran çantanızdan pırıl pırıl parlayan kırmızı bir kurşun kalem çıkardınız. Yanıma gelerek elimdeki kalemimi alıp parmaklarımın arasına yeni kalemi sıkıştırdınız...
O anki duygularımı ve sevincimi anlatamam. Şaşkınlıktan sadece ateş basan yüzümle size bakakalmıştım.
Sonra o kalemi, sadece siz dersimize geleceğiniz zaman görün diye kullandım hiç bitmesin diye yani…
Uzun yıllar küçücük kalan kalem parçasını sakladım. Daha sonra her nasılsa kayboldu. Orasını hatırlamıyorum. '
Bu anı her aklıma geldiğinde duygulanırım. Vatan topraklarının ücra bir Anadolu kasabasındaki o yürekleri düşünürüm.
İyi ki onları tanımışım, iyi ki benim öğrencilerim olmuşlar ve iyi ki YÜREKLERİNE DOKUNMAMA izin vermişler...