“Beyin ameliyatına gittiğimi hatırlıyorum. Sonrası, bomboş bir zihin. Ameliyattan sonra hafıza kaybı yaşayacağımı biliyordum. Hastanede kaç gün kaldım, bilmiyorum. Çocuklarımın, eşimin, ailemin, dostlarımın adını hatırlamamak… Birkaç gündür bir şeyler hatırlıyorum; ama tekrar unutabiliyorum. Resimlere bakıyorum, kimdi bunlar diye. Sabırla beklemem gerekiyormuş. Allah’a inanıyorum. Eskisi gibi olacağım günleri bekleyeceğim. Bir yazıyı bile kaç saatte yazabildim; ama buna da şükürler olsun. Dualarını hiç bırakmayan sevdiklerim, iyi ki varsınız!”
Kalbi Kalbime Yakın Olan
Seneler önce, Ankara Sincan – Fatih’te 10 MF sınıfında şeker mi şeker, ateş gibi gözlere, güzelim saçlara sahip olan bir genç kızın Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğini yaptım. Sabahları dersim o sınıftaysa ve de geç kalmışsam ( evim okuldan çok uzaktaydı ); Hilal, tüm sınıfı susturur, idarenin beni uyarmasına izin vermezdi. Beni o kadar dikkatli dinlerdi ki o zamandan benim gibi Türkçeci olacağını bilirdim. Ve… İki sene çabaladıktan sonra, Gazi Üniversitesindeki Türkçe Öğretmenliği Bölümünde öğrencilik rolünü üstlendi, kızım gibi gördüğüm Hilal’im. Onun rahatsızlığını duyduğum gün hep ağladım. Şimdi bile yazıyı yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum. Türkçesi güzel öğrencim, nasıl olurdu da yazı yazarken yazısını klavye düzeltiyordu. Her şeyi, herkesi unutmuşsa; beni de unutmuştur, diye düşünerek çok üzülmüştüm. Tabii 2015 senesinin Ekim ayı da birden, yeniden aklıma düşmüştü. Benim de geçirmiş olduğum trafik kazasında unutuşlarım çok olmuştu. Hala da o unutuşlar, yanı başımda. Dildade Hilal Koçoğlu, benim yaşamımda en güzel öğrencilerimden birisi oldu. Kalbi de kalbime yakın olanlarından.
“Sessiz Yaşadım Kim Nerden Bilecektir?” Mehmet Akif Ersoy
“Şair, hangi duygularla bu sözleri dile getirdi bilmiyorum; ama Dildade Hilal deyip uzaktan bakınca lise zamanıyla başlayan serüvenimi görüyorum: Büyük bir idealim yoktu. Sadece, liseyi bitireyim; sonrasında bakarız demiştim. Lisenin ikinci sınıfında Edebiyat dersimize bir öğretmenimiz geldi. İnsanın gözleri nasıl gülermiş, o zaman öğrenmiştim. Derslerimiz, bir an önce gelsin diye bekler bitmesini hiç istemezdik. Başka derslerde sesimi hiç çıkarmam, el kaldırmam; ama Ferdiye hocamın dersinde bütün soruları ben cevaplayım isterdim. Bize uzun uzun şiirler anlatır, dinletirdi. İlk dönemin sonuna geliyorken bir ödev hazırladığımı anımsıyorum. Afrika’daki susuzluk ve açlıkla mücadele eden insanları anlatan, fotoğraflarla destek verdiğim bir sunum yapmıştım. Sunumu bitirdiğimde bana heyecanla bakıp sunumumun çok etkileyici bir anlatım olduğunu ve mutlaka öğretmen olup yüzlerde öğrenciye dokunmam gerektiğini söylemişti. O gün, yaşamımın dönüm noktası olmuştu. Artık, benim de yapabileceklerim vardı. Öğretmen olmam gerekiyordu. Birileri bana inanmıştı; hem de her gün sınıfın kapısından güzel gülümsemesiyle gelen, şimdi neler anlayacak diye bekleyen öğretmenim de. Lise bitti, ikinci sene çok istediğim üniversiteye ailemin, sevdiklerimin benimle gurur duyacağı bir puanla girdim. Üniversiteye başladığım ilk günden son güne kadar aklımda tek bir şey vardı. Size öğretmeye gelmedim, sizi sevmeye geldim; sevgi bize öğretecek, dediğim çocuklarıma kavuşmak… Sonrasında, Dünyanın en güzel yerlerinden bir tanesi olan Gölyaka’ya atandım. Yemyeşil bir deniz ve kırlangıç kuşlarıyla uyandığım harika bir yerde Öğretmenliğe adım attım. Geçen bu süreçte, yepyeni üç okul, bambaşka öğrenciler, bana yol arkadaşı olan öğretmen arkadaşlarım oldu. Eş oldum, anne oldum… Her şeyin yerinde gittiği güzel bir yaşamım vardı. Bir gün ailemle beraber geçirdiğimiz araba kazasında kızımı korumak isterken başımı çarptım. Hastaneye gittik. Sonrası, beyinde kazayla alakası olmayan bir kitle olduğunu söylediler.”