KKTC tanınır mı?

Kıbrıs sorunu konusunda artık sona yaklaştığımız bir gerçektir.

Kıbrıs sorunu konusunda artık sona yaklaştığımız bir gerçektir. Yani, iki tarafın uzlaştığı bir anlaşma olsa da olmasa da bu konu artık bitecek. Kırk yıllık bu sorun da olması gereken de zaten budur. Artık Türk tarafı, Rum tarafının, deyim yerindeyse gönlünün olmasını bekleyemez. Türk tarafı iki eşit halk temeline dayalı iki kesimli federal bir çözüm tavrını korurken, Rum liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden oluşturularak iki toplumlu ortak vatan ve üniter devletin iki otonom bölgeli federal devlete dönüştürülmesini savunuyor.

Görüldüğü gibi ortada gerçek bir anlayış farkı var. Bu farklılık, Rum lider Hristofyas’ın 2004 yılındaki referandum sürecinde ortaya koyduğu olumlu yaklaşıma uymuyor. Hristofyas barışçıl yaklaşımları ile Rum liderliğine getirilmiştir. Rum liderliğinin, AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nden  taviz vermek istememesi bu farklılığı körüklüyor. Bu noktada elbette uluslararası baskı mekanizmasının Rum tarafına gereğince uygulanmaması da Rumları cesaretlendiriyor.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta çözüm istemeyen bir kesim yoktur. Annan Planı’na ‘evet’ diyen Kıbrıs Türk halkı bu saatten sonra Annan Planı’ndan daha geri bir plana onay vermez. Yine bu plana ‘hayır’ diyen Kıbrıs Rum halkı da bu plandan daha geri bir plana onay vermez. Eşit, paylaşımcı ve gerçekten iyi niyetli bir yaklaşım bu sorunu çözer.

Uzun zamandır çözüm arayışları ile bir araya gelen sayın Talat ve Hristofyas müzakere masasından Birleşmiş Milletler’in 64.Genel kurulunun yapıldığı New York’a gittiler. Tabi ki ayrı ayrı. New York’ta BM genel kurulunda konuşma yapan Hristofyas kendisine Talat’la görüşüp, görüşmeyeceği ile ilgili sorulan soruya, burada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak bulunduğunu, Sayın Talat’la hangi sıfatla görüşeceği cevabını verdi. Hristofyas verdiği bu cevapla Kıbrıslı Türklere ne kadar uzak olduğunu kanıtladı.

Süreç hızlandı ve bir sonuca doğru gidiyor. Cumhurbaşkanımız Talat ABD’nin sürece katkı koymak için Rum tarafına baskı yapmasını istedi.Ayni şekilde Dışişleri Bakanı’mız Özgürgün de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantör ülkelerinden İngiltere’nin de sürece katkı koymasını istedi. Bu girişimler bizde tepkiyle karşılandı, ama bu isteklerin mantığı bu güne kadar Kıbrıs konusunda yanlış tarafta olan, Kıbrıs sorununu 1974 yılında başlamış kabul eden,Uluslar arası camianın çözüm için destek vermesini sağlamaktır.

TC Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, BM  Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada 2010 yılı ilkbaharında referanduma gidilmesini dolayısıyla bu sürece girebilmek için bir anlaşma durumunun ortaya çıkması gerektiğini işaret etti. Erdoğan ayrıca Rumların 2004’deki gibi bulunacak çözüm planına ‘hayır’ demesi durumunda KKTC’nin tanınması gerektiğinin de altını çizdi. Yani işin özü, Kıbrıs sorunu 2010 yılı içinde bir şekilde bitecek. İki tarafın da onayladığı bir çözüm için sadece Türk tarafı değil Rum tarafı da üstüne düşeni yapmalıdır. Olumsuz herhangi bir durumda, özelliklede çözüm için isteksiz olan Rum tarafı bu tavrından vazgeçmezse, adada her iki tarafta kendi yolunu çizip devam edecek ve geri dönüşü olmayan bir yola girilecek. Rum tarafı bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti ile sahip olduğu tek taraflı üstünlüğü kaybetmek istemezken bir yandan da çözümü zorlaştırmalarının kendi aleyhlerine olacağını ve KKTC’nin tanınma olasılığını doğuracağı ikilemini yaşıyorlar. Bu konuda daha çok gelişmeler olur, bu köprünün altından daha çok sular akar ama, gerçek olan zamanın daraldığıdır.
Bu haber 745 defa okunmuştur

:

:

:

: