Neler Oluyor?

Beyaz minderli, şezlong misali sandalyede uzanmışım tepemdeki ışık hem parlaklık hem de sıcaklık veriyor.

Beyaz minderli, şezlong misali sandalyede uzanmışım tepemdeki ışık hem parlaklık hem de sıcaklık veriyor.
O yüzden, gözlerimi bir açıyorum, bir kapıyorum.
Arada bir de sanki uzaklardan müzik sesi geliyor...
Neredeyim?
Plajda mı?
Hayır!

Dişçideyim.
Ben rahatca uzanmışım ama...
Ağzım açık, içinde hortumlar, pamuklar, başımda doktor ve yardımcısı vardı.
Yani öyle her anı rahat veya keyifli bir uzanış değil bu.
Ancak yine de bazı açılardan eğlenceli yanları vardı.
Hatta bazı noktalarda günümüz yaşantısını ve teknoloji ile olan ilişkimizi düşünmek adına da öğreticiydi.

Eğenceli tarafı hemen girişte başlıyordu.
Kapının hemen yanında, girişte orta boy bir makine vardı.
Teknolojik oyuncuk gibiydi.
Ayağınızı onun içine basınca, ayakkabınızın üstüne galoş giydiriyor.
Inn, vın, dırt gibi bazı sesler çıkıyor. Bir de bakmışsınız ki hiç eğilmeden oflamadan, puflamadan, şıp, şak galoşlar ayağınızda!
Gerçi ben ayağımı tam basmadığım için makineye azcık sıkıştım.
Ama o da olayı daha da bir eğlenceli ve komik yaptı.
Tabi benim için değil, etraftakiler için.

Sonra kalıp çıkarmak için, doktorun plastisine benzeyen mor ve mavi renkli bazı maddelerle uğraştığını gördüm/oynadığını.
“Ne hoş”, dedim. Bir tutamda bana verdi.
Bir iki dakika kadar oynadıktan sonra sertleşmeye başladı.
Sonuçta plastisin değil... Ama zevkli.

Doktorun yardımcısı da benim kliniği oyun alanı gibi görmemden şaşırmış olmalı ki,
Arada bana bakıp gülümsüyordu.

Tabi her an bu kadar renkli ve rahat değildi.
İğneler, delmeler, oymalar, uzun süre ağzımı açık tutmak zorunda kalmam, elbette zor ve sıkıcıydı.

Plajla benzer bazı noktaları olan, zaman zaman oyun oynamama imkan tanıyan dişçi kliniği,
Bana kendim hakkında bazı sorular sormaya ve doktorla hasta arasındaki ilişkinin, teknoloji sayesinde nasıl değiştiğini düşünmeme yol açtı.
Yakın temasa alıştığımız bu ilişkide, tıbbın diğer alanları gibi, yani, hastaya dokunmak, gözünün içine bakmak, elle nabzını, ateşini ölçmek, tükürükleri peçete ile silmek, çürük dişleri gözle dikkatlice bakarak seçmek çağ dışı, güvenilmez metotlar olarak benimsenmiş, sanki.
Çok fazla alet var. Nerdeyse doktor hastaya hiç dokunmadan hatta bakmadan vücudunda neyin olduğunu anlıyor. Röntgenlere, tahlil raporlarına bakmak yeterli. Hastanın kendisine bakmaya gerek yok!
Bu durum hangi yönlerden iyi hangi yönlerden sorunlu olabilir bende henüz pek netleşmedi.

Örneğin, dişçide ağzımın içini görebilmek için doktor ağzımdan daha çok karşımızda duran ekrana bakıyordu.
Kamera ağzımda, bizim gözlerimiz ise karşıdaydı.
Bu çok garip bir duyguydu.
Kendime bakmak, ağzımı görmek için baktığımız yer ağzım değildi.
Ağzım neredeydi? Bende mi? karşıdaki ekranda mı?
Kendimi anlayabilmem, görebilmem ve gösterebilmem için kendimden daha ziyade, kendi görüntülerime mi ihtiyacım var?
Büyültüp, farklı açılardan akrandan kendime bakmak ilginçti, tedavi açısından belki bir kolaylıktı ancak beni, kendimi tanımlamak artık akıl karıştırıcı olmaya başlamış gibi. Neler oluyor dedirttirdi, bana.
İyi pazarlar...

Bu haber 244 defa okunmuştur

:

:

:

: