Talat-Hristofyas görüşmelerinin 50 inci turu tamamlandı. Lefkoşa, Atina, Brüksel ve Vaşington nezdinde Türk kanadının barış taarruzu kararlılıkla sürdürülüyor. Sorunu yaratan Rum-Yunan kanadı Adanın egemenliği ve uluslararası temsiliyetinin 45 yıllık hukuksuz işgal ve tasarrufunun verdiği siyasal ve diplomatik üstünlükle AB’ne üye olmakla kalmamış saldırganlığını Kıbrıs Türkü üzerinde yıllarca uyguladığı insanlık dışı ve insanlık ayıbı ambargolarla, ekonomik ve siyasal baskı ve zulümle pekiştirmiştir.
Nisan 2004, Annan Planı Referandum sonuçları ile birlikte, KKTC üzerinden tüm ambargoların kaldırılması AB ve BM’in, Dünya ve Tarih önünde verdiği uluslararası bir yükümlülüktür. Bu yükümlülüğün gereği yerine getirilmemiştir. Buna paralel olarak, tarih önünde barışa hayır diyen Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, esasen uluslararası hukuk ve antlaşmaları temelinden ihlal eden bir zemin üzerine inşa edilmiş hukuksuz AB tam üyelik statüsü ile uluslararası temsil yetkisinin, askıya alınması dünya ve AB gündemine taşınmalıydı. TC-KKTC’nin, tüm ulusal dinamikleri ve ulusal enerjisi sonuç getirici, real politik, kararlı ve etkin bir strateji ile bu hedefe kilitlenmeliydi. Dünyanın haklılığımızı tescil eden tutumu karşısında, bu çizgide, sonuç alıcı bir diplomatik taarruzu BM Güvenlik Konseyi, NATO, AB ve Garantör Ülkeler nezdinde etkinlikle ele almamız mümkün olmalıydı.
Bu tarihi fırsatın değerlendirilememesi Rum-Yunan kanadını uluslararası baskılardan kurtarmakla kalmamış, TC-AB süreci içinde Rum-Yunan dayatmalarının yerleşmesine ve söz konusu dayatmaların, AB dayatmalarına dönüşmesine yol açmıştır. Kıbrıs Rum Liderliği, Papatopulos ve ardından Hristofyas, Rum kanadı olarak hiç bir tavizde bulunmaksızın Türk Kanadı ile görüşme masasına oturmak için ciddi kazanımlar elde etmiştir. Şimdi, Yunan Başbakanı, Anavatan Türkiye’nin “sorunlarımızı karşılıklı olarak sıfırlayalım” yaklaşımına ancak, Kıbrıs ve Ege’de zahmetsiz taviz koparma alışkanlığı olarak nitelenebilecek koşullar öne sürmeye kalkışmıştır.
Oysa, KKTC üzerinden ambargoların kaldırılması Türk Kanadının bir önkoşulu değil, Annan Planın tarafımızdan kabulüne karşılık BM ve AB’nin dünya ve tarih önünde verdiği açık bir taahhüttün sonucudur. AB bu tarihi taahhüdünü göz ardı etmeye ve zaman içinde bu taahhüdün unutulmasını sağlamak isteyen Rum Kanadını ödüllendirmeye devam etmektedir. Bu taahhüdün yerine gelmesini, 5 yıl süre ile engelleyen Rum-Yunan kanadı aradan 5 yıl sonra, TC-AB sürecinde, Aralık 2009’a endeksli yapay ve hukuksuz önkoşulları ciddi bir dayatma olarak gündeme getirmesi fevkalade düşündürücüdür. TC-AB sürecinin, Kıbrıs görüşmelerinde Rumlar adına bir pazarlık kürsüsü olmasına asla izin verilmemelidir.
Anavatan Türkiye, özellikle en haklı olduğu Kıbrıs meselesinde, sorunu yaratan ve çözümü engelleyen tarafların, maksatlı propagandaları sonucu yaratılan uluslararası bekleyişleri tatmin etme zorunluluğu altında bir politika izleme görünümünden uzaklaşmalıdır. KKTC Cumhurbaşkanı, son Brüksel temaslarında yaptığı gibi, ambargoların hafifletilmesini değil tamamen kaldırılmasını ısrarla savunmalı ve Rum Kanadının kırmızıçizgilerimizi ve temel güvenlik parametrelerimizi kabul etme noktasından çok uzaklaştığını açıkça Halkımızın bilgisine getirmelidir. “ Devlet İşlevsel olmalı” gerekçesi ile Devlet yapısında siyasal eşitliğimiz reddedilmektedir. “ Devletin eşit ağırlıktaki kurucu iki eşit halkı ve kendi kaderini belirleme hakkına sahip iki Egemen Halk”, uluslararası temsilde her iki halkın eşit hakları ve dolayısı ile çift uluslu uluslararası kimlik 1960 antlaşmalarının temel kriterlerini oluşturmaktadır. Maalesef bu temel kriterlerin tümü bugün tartışılır hale sokulmuştur. 1974 Cenevre ve 1975 Viyana antlaşmaları ile Kıbrıs’ta iki kesimli demografik yerleşim yasallaşmış ve demografik güvenceler içeren, iki devletli, iki ayrı ve otonom Yönetimin bulunduğu bir Kıbrıs tescil etmiştir. 1977/1979 antlaşmaları bu temeller üzerine yükselen iki eşit halk ve iki eşit demokrasi ve iki eşit otonom devletin federal düzeyde işbirliği yaptığı, sınırlı yetkilere haiz merkezi bir Federal Hükümet yapısında buluşmasını öngörmektedir. Kırmızıçizgilerimiz olarak tüm bu hususlar yanında Anavatan Türkiye’nin etkin fiili garantileri birer birer tartışmaya açılmıştır. Maraş dışında toprak düzenlemesi asgari düzeyde olması gerekirken, Güzelyurt ve son zamanlarda Karpaz’ın 36 yıllık siyasal statüsü bile tartışılır hale gelmiştir. Barışı cesaret ve ısrarla zorlama politikamız ulusal güvenliğimizin, egemenliğimizin ve varoluşumuzun temel temel parametrelerini tehdit etme noktasına ulaşmıştır. Barışın, huzur ve güvenin maliyeti çok yükseltilmiştir. Kimliğimizi, egemenliğimizi ve vatan topraklarını feda ederek, tutsak ederek barışı tesis etmek mümkün değildir! Üç nesil insanımızın kan ve gözyaşı, 1571 den beri Türk ulusunun feda ettiği bunca şehit kanı, refah ve mutluluğumuzda verilen bunca fedakarlık böyle bir sonucu asla hak etmemiş ve etmeyecektir.!