SUÇLU KİM?

Anavatan Türkiye de hükümet yeni bir plan hazırlığında. Yolsuzlukla mücadele etmek için geliştirilen “Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Strateji Planı” 2010 yılında yürürlüğe girecek.

Anavatan Türkiye de hükümet yeni bir plan hazırlığında. Yolsuzlukla mücadele etmek için geliştirilen “Yolsuzlukla Mücadelenin Güçlendirilmesi Strateji Planı” 2010 yılında yürürlüğe girecek. Bu planın içeriği özetle şöyle; Siyasi partilerin özellikle seçim dönemlerindeki harcamalarının şeffaf ve açık olması için yeni uygulamalar geliştirilecek, yerel yönetimlerin imar, ruhsat ve diğer işlemlerinde hesap verilebilirliği artırılacak, Sayıştaylık yasasında kapsamlı değişiklikler yapılacak, siyasilerin mal varlıklarını bir ölçüde de olsa kamu ile paylaşmaları sağlanacak ve beklide en önemli içerik, kamu çalışanlarından görevini kötüye kullananlar ve bundan dolayı ceza alanlar, oluşturulacak sistemle tüm kamu kurum ve kuruluşlarında isim bazında bilinecek. Bu suçlara taraf olanların bir başka kurumda çalışması önlenecek.

Şimdi, Anavatanda uygulanacak bu planı niye anlattım. Keşke bizim ülkemizde de böyle bir uygulama düşünülse. Kamunun, devlet kuruluşlarının çalışma etkinliğini, bu tür bir proje mutlaka olumlu yönde etkiler. Ama bu uygulama sadece kamuda değil özelde de uygulanmalı. Hatırlayacaksınız, daha önceleri çek yasağına giren kişi ve kurumlar gazetelerde isimleri verilerek açıklanırdı. Fakat geçtiğimiz aylarda hükümetin aldığı bir kararla bu uygulamadan vazgeçildi. Belki de doğru bir karar alındı ve doğru bir uygulama başlatıldı. Kimse bu durumlara düşmek istemez ve şahsi bir konu olduğu içinde böyle bir teşhir doğru da olmayabilir. Bence düşünülmesi gereken bir başka noktada bu uygulamanın caydırılıcılığının ne derece olduğudur. Ortada bir suç varsa ve bu suç kamuyu, toplumu ilgilendiriyorsa mutlaka caydırıcı bir müeyyidesi olmalı. Bu tabi ki hukukun ve kanunların yaptırım alanına giriyor. Mutlaka hiçbir suç cezasız kalmaz, öylede olmalı. Benim esas olarak üstünde durmak istediğimim konu, ülkemizde iflas eden bankalar. İflas eden veya kısaca batan bankaların, bu durumlara gelmesinin mutlaka sebepleri vardır. En önemli sebep kötü yönetimdir şüphesiz. Kötü yönetimden kastım bu kurumların yönetim kurulu başkanları, hissedarları yani sahipleridir. Bankalar gibi kamuda etkili kurumların iflasında etkisi olanların da mutlaka hem yargı önünde hem de kamu önünde teşhir edilmesi gerekir.

Daha önceki yıllarda, batan bankaları ve toplumda sebep olduğu yıkımı çok acı deneyimlerle öğrendik. Bu konuda çok tecrübeli bir toplumuz. Bankacılıkla ilgili en etkili ve en yetkili kurum Merkez Bankasıdır. Merkez Bankası bankacılık sisteminin teminatıdır. Bankaları denetleyen gerektiği zamanlarda gerekli uyarıları yapan, önlem alınmadığı zaman yasalar çerçevesinde gerekli yaptırımları uygulayan ve çarkların doğru şekilde çalışmasını sağlayan mekanizma yine Merkez Bankasıdır. Bir bankanın kurulması ve işlemlere başlaması için gerekli prosedürü tam olarak bilemiyorum, ya da hisse sahiplerinin yükümlülüklerini. Ama bildiğim bir gerçek var ki bankanın sahip olduğu varlıkları kendi şahsi çıkarları için kullanan bankanın mal varlığını kendi adına alan, bankaya güvenip parasını emanet eden insanların parasını kendi parası gibi kullanan yöneticilerin dolandırıcı hatta hırsız olduğudur. Bir kaç gün önce bazı bankalarımızın iflas ettiği ve Tasarruf Mevduat Sigortası Finansal İstikrar
Fonuna devredildiği açıklandı. Bu bankaların durumu önümüzdeki günlerde daha net belli olacak. Bankaların bu durumundan hiç günahları olmadığı halde etkilenecek iki kesim var. Banka müşterileri ve çalışanlar. Bu noktada hem mevduat sahipleri huzursuz hem banka personeli huzursuz. Mevduat sahipleri haklı olarak parasını kurtarmanın peşinde yine haklı olarak personelde işini kaybetmemenin derdinde, peki suçlu kim?
Bankaya güvenip parasını emanet eden vatandaş mı işini kaybetme korkusu yaşayan ve
işsiz ordusuna katılmak istemeyen yüzlerce çalışan mı?
Bu haber 693 defa okunmuştur

:

:

:

: