Türban veya başörtüsü Türkiye’de neden bu kadar çok tartışılıyor. Ve özellikle siyasi çevreler neden bu konuyu bu kadar çok kullanıyor. Çünkü bu konuda hassas olan ve hiç de azımsanmayacak bir kitle söz konusudur. Türban, Türkiye de siyasi bir simge olarak kullanıldığı gerekçesi ile tartışılıyor. Bu görüşe karşıt olarak ise, türbanın siyasi değil dini bir simge olarak kullanıldığı öne sürülüyor. Hatta türbanın siyasi simge olarak kullanılması halinde dahi engellenemeyeceği, bazı kesimlerce iddia ediliyor. Özellikle seçim dönemlerinde Türkiye bu tartışmayı yaşıyor. Hemen her siyasi parti, bu yönde irade gösteren insanları kendi taraflarına çekmek için çeşitli yollar deniyorlar. Hemen her eğitim dönemi başlangıcında, üniversitelerde türban tartışmaları yaşanıyor. Ve ortaya gerçek bir istismar çıkıyor. Ortada bir gerçek vardır ki, özgür ve demokratik ülkelerde her şey insan üzerine kuruludur. Böyle ülkelerde esas olan insandır. İnsan hayatı ve buna bağlı olarak kişisel hak ve özgürlükler demokratik yönetimlerin merkezidir. Bu konu ile ilgili olarak, Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi’nde çok açık bir hüküm vardır; “Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma özgürlüğünü içerir”. Bu hüküm AB Temel Haklar Bildirgesi’nde yer almasına rağmen, AB üyesi birçok ülke bu hükme ters kararlar alabiliyor. Mesela Fransa da devlete ait okullarda, başörtüsü yasağı varken, bu ülke üniversitelerinde böyle bir yasak söz konusu değildir. Bazı ülkelerin de bu yasağı veya sınırlamayı getirirken, türbanı tartışırken, bunu Müslümanlıkla ilişkilendiren aşırı milliyetçi kesimlerin baskısı ile yaptıkları da bilinen bir gerçektir. Konuyla ilgili kendi kişisel fikrimi söyleyecek olursam, ilkokul veya ortaokul çağındaki çocukların başlarında, adı veya tanımı her ne olursa olsun baş örtüsü olmasını, yaşça kendi iradelerini yansıtacak düzeyde olmadıkları için doğru bulmuyorum. Bir kişi kendi iradesini, kendi kişisel tercih hakkını kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan kullanabiliyorsa, herkesin de bu tercihe saygı duyması gereklidir.
Türkiye de yıllardır tartışılan başörtüsü konusu bir şekilde çözüm bulmazken ayni tartışma güney Kıbrıs’ta da yaşanıyor. Avrupa’dan gelen bir aile, ilkokul öğrencisi olan kız çocuklarını okula başörtüsü ile gönderince, konu Rum meclisine taşındı. Ana muhalefet Demokratik Seferberlik Partisi, mecliste hükümetin konu ile ilgili tavrını sorguladı. Ana muhalefet partisine cevap, Rum eğitim bakanı Dimitriu’dan geldi. Rum eğitim bakanı, yönetim olarak din özgürlüklerine saygılı olduklarını açıkladı. Bu bir politika mı? Yoksa konunun başka yönleri de var mı? Bu tartışılır. Çünkü kişisel özgürlüklere saygılı olan Rum yönetimi, hatırlanacağı gibi geçtiğimiz haziran ayında Kıbrıs adasına bir ziyaret gerçekleştiren, Papa XVI Benedict’in, KKTC Dinişleri Dairesi Başkanı Sayın Yusuf Suiçmez’le görüşmesini engellemişti. İki toplum arasında, hatta iki din arasında bir köprü olabilecek bu görüşme, tamamen siyasi nedenlerle engellendi. Ama bu gelişmeler bize şunu anlatabilir. İçinde bulunduğumuz yüzyılda, hem Türkiye de tartışılan türban ve bununla bağlantılı olarak rejim konusu, hem de ülkemizde hala daha tartışılan, din dersleri konusuna bir şekilde çözüm getirici politikalar üretilmesi artık bir zorunluluktur. Devletin hükümleri, kanunları, yasaları elbette olacak, bu yasalar elbette günlük yaşamı düzenleyecek. Ama kişisel özgürlüklerle ilgili kısıtlamalar asla kabul edilemez