Halkın anlayacağı basit bir anlatımla ekonomi kıt kaynakların toplumsal istek ve ihtiyaçların karşılanmasında maksimum fayda yaratacak şekilde kullanılmasını öngörür. Bu çerçevede, sağlık toplumsal ve bireysel zaruri ihtiyaçların başında gelmektedir. Çünkü, sağlıklı olmayan bir kişinin diğer ihtiyaç ve istekleri anlamını yitirmektedir. Devlet olmanın bir gereği de sağlıklı bir toplum yaratmaktır. Tabi ki, bu çerçevede kamu kaynaklarını kullanırken etkin ve verimli olmak ve ekonominin başka alanlarında tahribat yaratmamak gerekmektedir.
Kamu kaynaklarının etkin kullanılması ekseninde değerlendirildiğinde YDÜ hastanesi ile imzalanan protokolün ekonomik ve sosyal hedeflerle örtüştüğü yorumunu yapabiliriz. Bilindiği gibi Sağlık Bakanlığı ile Yakın Doğu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi arasında, sağlık sorunlarına çözüm bekleyen tüm hastaların YDÜ Hastanesi’ne sevk edilebilmesini öngören protokol yakın geçmişte imzalanmıştır. Açıklamaya göre; YDÜ Hastanesi’nin tüm tıbbi imkânlarından yararlanmayı bekleyen hastaların teşhis ve tedavisine yönelik, Sağlık Bakanlığı’nca hazırlanan tüzük doğrultusunda uygulanacak protokol, hastalık veya kaza sonucu ortaya çıkan sağlık sorunları ile ilgili hizmetten yararlanma hakkına sahip, Bakanlık tarafından sevk edilen hastaların tüm tedavileri Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi’nde yapılabilecek. Protokolde ayrıca; YDÜ Hastanesi’nin, sağlık hizmeti talep eden kişilerin sağlık sorunları hakkında, ayakta veya yatarak teşhis ve tedavileri için gerekli müdahaleyi yaparak, hizmet verme koşulları ile verilecek hizmetlerin tanımı da yer almaktadır.
Tedavi için yurt dışına gidecek olan vatandaşlarımız ve refakatçılarının ulaşım ve diğer masrafları yanında yabancı bir ülkede tedavi olmanın beraberinde getirdiği stress dikkate alındığında yurt içinde tedavi şansı verilmesi tabi ki rasyonel bir karar olacaktır. Ancak, bunun beraberinde böylesi bir protokolün ahlaki çöküntü yaratabilecek olumsuz yansımalarını Nasreddin Hoca vizyonuyla dikkate almak ve ilgili tarafların konuya proaktif yaklaşımlarını sağlamak sağduyu sahibi herkesin görevi olmalıdır. Bu bağlamda, aşağıdaki tespitleri yapmayı yararlı görüyoruz:
Halen yurt dışına hasta gönderdiğimiz hastaneler büyük ölçekte sağlık hizmeti sunup tam teşekküllü tıp fakülteleri tarafından desteklenmektedirler. Dolayısıyla, yüksek kalitede sürdürülebilir sağlık hizmeti sunma açısından kendilerini kanıtlamışlar. Bu itibar ve güven kurumun kendi kendini övmesi ile değil sağlık hizmeti alan halkın birikmiş memnuniyeti ile oluşmuştur. Yani “aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” sözü burada akla gelmektedir. Ancak, sermaye yoğun bir yapıyla kurulan YDÜ hastanesinin rantabıl olabilmesi için gerekli ölçekte sağlık hizmeti sunabilecek hasta potansiyeli konusunda endişeler devam etmekte olup, hastaneyi destekleyecek tıp fakültesinin fizibilitesi yönünde lehden çok aleyhte argüman bulunmaktadır. Şöyle ki, Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği eski Başkanlarından ve sırf YDÜ Tıp Fakültesi tartışmaları yüzünden istifa eden Sayın Dr. Bülent Dizdarlı’nın itiraz koyduğu hususlar hafızamıza kazılmış durumdadır. Sayın Dizdarlı’nın KKTC’de Tıp Fakültesinin kurulması fizibıl değil şeklindeki karşı duruşuyla öne sürdüğü ve gerçekçi bir şekilde çürütülmeyen iddialarını; hekimin yetişmesi için gerekli hasta malzemesinin bu ülkede olmadığı; ülkemizde hiç bir bir kadının 10-12 öğrenciye kendini tek tek jinekolojik muayene yapmasına izin vermeyeceği; hiç kimsenin kendi çocuğuna bir tıp öğrencisinin tek dikiş atmasını dahi onaylamayacağı; ve gene hiç kimsenin ailesinin bir ferdininin cesedini eğitim için fakülteye vermeyeceği oluştururken, hasta çeşidi ve sayısının ise Dünya Tabipler Birliğinin önerdiğinden çok aşağıda olduğu gerçeği vurgulanmıştır. İşin başında kadavra konusunda yaşanan sıkıntılar ise Sayın Dizdarlı ve onun gibi düşünenleri haklı çıkarmıştır.
Özkaynaklarını aşan büyük oranda borçlanmalarla gerçekleşen yalnız arz yönüyle değil, taleb yönüyle de sürdürülebilir olduğunu tam olarak ortaya koyamayan bir hastaneye protokolle böyle bir misyon yüklemek, maalesef zar zor kurtulduğumuz KTHY gibi özelde de kambur yaratma potansiyeline davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir. Zira, bahsettiğimiz sürdürülebilir yapıya kavuşulmazsa halen pazarlamanın parçası olarak lanse edilen şovlar sukut-u hayalle sonuçlanacak ve vatandaşlarımız anavatanda almış olduğu kaliteli sağlık hizmetini ülkemizde alamayacaktır. Buna ilaveten, Türkiye Cumhuriyeti sağlık sektöründe yaşandığı gibi protokol istismar edilerek verilen hizmetler abartılabilir ve naylon faturalarla yolsuzluklarda yeni bir çığır açılabilir. Ayrıca, üzülerek belirtmek isterim ki YDÜ’nün mevcut mali ve kurumsal durumu sürdürülebilir yapısını olumsuz etkilemektedir. Şöyle ki, Yerel değil TC Şube bankalarından da milyonlarca dolar borçlanarak aşırı borç yükü altında bulunan, sözde kurum olmasına karşın adeta bakkal gibi yönetilen ve rektör, dekan ve bölüm başkanlarını göstermelik tutan, Tıp Fakültesine öncelik veriyor gerekçesiyle diğer fakültelerin işlevini hem nitelik hem de nicelik yönünden zora sokan, part-time (kısmi zamanlı) hocalarını aylarca ödemeyen, çalışanların ek mesaisini bir yılı aşkın ödemeyen, üniversiteler arasında en düşük maaşı veren, hiç bir kriter belirtmeden ve kurumsal yapı gözetmeden akademisyen ve çalışanları geceden sabaha kapı dışı eden, okul şoförlerinin kıravatını çıkartıp babasının bahçesinde kolyandro ve bakla ektiren ve KKTC devletine bir kuruş vergi vermeyen Üniversite patronu dünyanın ilk 100 zengini arasına girdiği için övünürken mangalda kül bırakmamaktadır. Enteresandır ki sabah kahvaltısı veya brunch (geç kahvaltı) yapmak için özel uçağıyla ülke değiştiren bu zat-ı muhteremin üniversitesindeki bu olumsuzluklara ben de anlam veremiyorum; ama neyse.
Bu protokol öncesi KKTC’de tedavisi mümkün olmayan rahatsızlıklar için yurt dışına hasta gönderilmekte idi.Ancak, bu protokolden anlaşılan her türlü rahatsızlık için YDÜ hastanesine hasta sevk edilebileceğidir. Bu durum ise YDÜ hastanesini ülkedeki diğer hastane, klinikler ve özel doktorlar karşısında koruma altına alarak avantajlı duruma getirmektedir. Yapısal reformların alındığı ülkemizde etkin serbest piyasa koşullarını oluşturmak için rekabetin korunması ve anti-tekel kavramları dillendirilirken YDÜ hastanesine protokolle tanınan bu imtiyaz sözkonusu yapısal reformların ruhuna ters düşmüyor mu?
Ülkemizde faaliyette bulunan her sağlık kuruluşu ülkedeki hukuk kurallarına göre hareket etmeli ve otorite durumundaki kurum, kuruluş ve sivil toplum kuruluşlarına itibar etmelidir. Bu yönde hareket etmeyene ise cesurca hatırlatma yapılmalıdır. Aksi takdirde “eşkiya dünyaya hükümdar olmaz” bir yapıyla karşı karşıya kalırız.
Yukarıda bahsetmiş olduğum hususlar, kurumları yıpratmak veya kurumları küçük göstermek için değil aksine yapılarını daha güçlü kılmak için literatürel ve dünya tecrübeleri ışığında potansiyel tehlikelere dikkat çekmeye yöneliktir. Hükümet tamamen iyi niyetli olarak toplumsal sağlığı düşünerek ekonomik hedeflerle de örtüşen bir protokol imzalamıştır. Ancak, öncelikle hükümet bu protokolün gereğinin yapılması ve istismar edilmemesi için denetim ve gözetim mekanizmasını halkın da aktif katılımıyla oluşturması ve kambura dönüşmeden bu ilişkiyi her an koparabilmeye hazır olması gerekmektedir.
Günün Sözü: “ Kaş yapayım derken göz çıkarmak”….
“ Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık” ....