Yüreğimizin sesi

Yüreğinizin sesini dinlemeyeli çok oldu mu? En son ne zaman o sese kulak verdiniz? Belki de sizler, sık sık onun sesini dinleyen şanslılardansınız... Dilerim öylesinizdir.

Yüreğinizin sesini dinlemeyeli çok oldu mu? En son ne zaman o sese kulak verdiniz? Belki de sizler, sık sık onun sesini dinleyen şanslılardansınız... Dilerim öylesinizdir.

Son on yılların sorunu bu... Günlük koşuşmalardan tutun da, içinde yaşadığımız dünyada bize dayatılan lükse, paraya, mevki hırsına ve her konudaki bitmek bilmeyen daha...daha...daha...lara bağımlılığımız; / işte o sesi/ yüreğimizin sesini duymamıza engel oluyor.

Akşam yatağa yattığımızda, bedenimizin dışına çıkıp tepeden şöyle kendimize bakabilsek keşke... Gördüğümüz manzara, pek de hoşumuza gitmeyecek gibi... Tıpkı deniz hayvanları gibi, kabuğumuza çekilmiş gibi miyiz ne? Kendimizi dış dünyadan soyutluyoruz sanki... İlişkiler yüzeysel ve küçük hesaplar peşinde koşuluyor. Napolyon’un “ Para... Para... Para...” deyişi gibi durmadan evler, arabalar, paralar... sayıklıyoruz. Eskiden bu kadar para mı vardı, yoksa son model arabalar ve evler mi? Kat kat gökdelenler de... Birbirimizden gitgide uzaklaştık, yabancılaştık. Bir selamı, ya da tebessümü esirger olduk çevremizden... Eskiden öyle miydi ya... O zaman sanki daha kanaatkardık, paylaşımcıydık ve en önemlisi içten dostluklarımız vardı.

Acaba doğru modeller oluşturamadığımızdan mı gençlerdeki yozlaşma... Toplumsallığı, paylaşımcılığı, onun büyülü formülünü taşıyamıyor muyuz yeni kuşaklara... Biz nerde hata yaptık?

Beni kendi kendime bu soruları sormaya yönelten Paulo Coelho’nun kitabı “ Kazanan Yalnızdır” oldu. Aslında yazarın bugüne dek şu kitaplarını okudum: Simyacı/Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım/Veronika Ölmek İstiyor/Şeytan ve Genç Kadın...

Bütün bu kitaplarda yazar sizi bir iç yolculuğa götürüyor, size tuttuğu aynada kendinizi tanımanızı sağlıyordu. Son kitap daha ışıltılı, daha pırıltılı, hatta gösterişli hayatlara yer veriyor. Çok çok da polisiye romana benziyor bence. Diğerlerindeki mistisizmi aramış olabilirim. Bu nedenle pek de beklediğim tadı alamadım, diyebilirim.

Coelho, okuru, süpersınıfın – hayallerin gerçeğe dönüştüğü sinema ve moda dünyasına girebilenlerin- toplandığı Cannes Film Festivali’ne götürüyor. Bu ayrıcalıklı sınıfın bazı üyeleri zirveye ulaşmıştır. Ulaşmıştır da bu konumları yitirmekten ödleri kopar. Para, ün ve güç tehlikededir. Çoğu insan, bedeli her ne olursa olsun, uğruna her şeyi yapmaya hazırdır.

En önemli soru da şudur: Dayatılan türlü hayalin yarattığı kargaşada, kendi kişisel hayalini belirlemeyi ve gerçeğe dönüştürmeyi KİM başaracaktır?...

Hayli kapsamlı bir kitap, neredeyse dört yüz sayfaya yakın... Yine de sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Genç kuşağın bir dizi cinayeti soluksuz okuyabileceğini düşünüyorum. Aslına bakarsanız günümüzde “boyalı basın” tam da bu durumda... Sanal alemler, gerçek olmayan yaşama biçimleri, -miş gibi yaşamlarla halkın beynini uyuşturmaktan öte işe yaramayan görüntüler...

İzin verirseniz ben daha çok yüreğimi aydınlatan kitaplara döneyim.
Bu haber 3089 defa okunmuştur

:

:

:

: