Cenevre görüşmelerinden sonra, tıpkı New York görüşmelerinin ardından olduğu gibi, gene ümitler bahara ertelendi! Mart’a kadar, bazı başlıklar birleştirilip, çözüm üretilecek deniliyor.
İnsan “acaba?” demekten, kendini alıkoyamıyor.
Aslına bakarsanız, bu memlekette, görüşen taraflardan ne biri ne de öteki federasyon falan istemiyorlar. O, sadece lâf... Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye, lâfta federasyon diyorlar ama bu onların gözünde, konfederasyondan da daha gevşek bir “birliği” daha doğrusu, ayrılığı öngörüyor. Yunanistan’ı hele bu iflas sonrasında bir tarafa bırakalım, o apayrı bir antite ama Kıbrıs Rum Tarafı da “federasyon” diyor ama onların asıl muradı da federasyondan da daha sıkı, adeta azınlık haklarının iyileştirildiği bir “üniter devlet”tir; artık açıkça meydanda...
Kıbrıslı Türkler, Federasyon’un evet bir miktar da özerklik içermekle birlikte, özünde bir birlik olduğunu; Kıbrıslı Rumlar ise evet bir birlik olmakla beraber, federasyonun, ayrı/ayrı birimlerin bir birliği olduğunu anlamadıkları sürece, dünya kamuoyuna oynayarak, bu memleketi yeniden birleştirmenin mümkün olmadığını, anlamak zorundadırlar.
Yıllardır yapılan, tarafların gizli gündemlerini, uyarına getirerek, karşı tarafa kabul ettirme gayretinden başka nedir ki?
Daha da derine inersek, Kıbrıslı Türkler de, Kıbrıslı Rumlar da treni kaçırmış iki ulusçu iddianın peşinde koşmaya devam ediyorlar. Herkes güya Avrupa Birliği istiyor ama değil koca kıtanın birliği, küçük bir ada içinde, nispeten önemsiz iki halkın birliğini bile başaramadan! Etnik aidiyetin, resmi kimliği, ulusal kimliği, politik kimliği belirlemesinin, ezelden beri var olmadığını, ebede kadar sürmesinin de mümkün olmadığını sarf-ı nazar ederek, adayı kendi ulus devletine bağlamak, hiç olmazsa yarısını bağlamak, daha olmazsa kendine ait bir ulus devlet haline getirmek, ya da iki ulus devletçik halinde bölmek’ten ibaret olan bu tezler, olabileceği zamanda oldurulamadığından, tren kaçmıştır. Artık, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlayamazsınız, çünkü ikisi çok daha büyük bir birlik içinde, başka prensiplerle zaten birleşmişlerdir. Ve üstelik son zamanlarda dominant olan da Atina değil, Lefkoşa’dır... Kıbrıs’ı bütünüyle Türkiye’ye bağlamanız, söz konusu bile değildir... Yarısını bağlamanız da hakeza... Adada bir Helen ulus devletçiği ve ona bağlı bir Türk azınlık yönetimi kurmanızın mümkün olmadığının kanıtı, tarihtir. Ama burada iki ayrı ulus devletçik kurmanın kabul görmeyeceğini de dünya siyasetinin dengeleri, milyon defa kafamıza vurmuştur. Ne kaldı? Adanın yarısına egemen bir Helen ulus devletçiği ile onun sözünün geçmediği, egemen olamadığı ama dünyanın da hiç tanımadığı nev-i şahsına münhasır bir başka ulus devletçik olur mu peki? Olsaydı hiç mesele değildi ama o da olmadı! BM ve AB üyesi güney kanattaki Helen ulus devletçiği dururken, kuzeydeki bir tür rehin durumunda baksanıza... Yalnız kuzeydeki rehin olsaydı, gene de mesele yoktu! Dünya ölçeğinde varsın 200 bin kişi de böyle yaşasındı... Ancak, rehinelik durumu tek taraflı değil! Onca uluslararası hukuk ve ekonomi avantajına karşın, güneydeki de sorunun tutsağı!
Niçin?
Çünkü onun temel varoluş tezleri de dünya ile çelişmekte... Zamanı geçmiş! İstediği kadar, Avrupalı geçinmeye çalışsın ve hatta isterse dönem başkanı da olsun, özünde Avrupa’yı oluşturan değerlerin oluşturulmasında hiçbir payı bulunmayan, Doğulu Hristiyan bir kültürün temsilcisi. Milattan sonra 4.yy’dan beri ayrı bir dünyanın kültürü... Batılılar söylemeseler bile, bu tarihsel bir gerçek! Bizimkiler sadece attıkları zarlar birkaç defa düşeş geldiğinden, zenginlediler, o kadar... Ama kafa, İznik Konsülü’nden miras kalmış, özel bir tutuculuk ve inatla müsellah!
Şimdi gelelim can alıcı soruya:
Mart’a kadar, bir şey olur mu?
Bilemem ama günün birinde birilerinin, “sıktınız ama artık” diyerek, alnımıza bir fatura dayayacağını, çok iyi biliyorum...