Hafta sonu bu memlekette ne yapılır, dersiniz... Ya yemeğe gidilir, ya da konsere... Tercihim konserden yana. Bellapais’te Çek Büyükelçiliği ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nin işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilen bir konser var. Bence kaçmaz... Solist Pavla Svestkova, piyanoda Marketa Janackova ve flütte Miroslav Matejka... Benim için sadece flüt bile yeterli. Müzik aletleri içinde en çok sevdiğim, sesiyle kendimden geçtiğim tek müzik aleti diyebilirim. O, beni bir anda bambaşka alemlere taşıyor. Hava çok soğuk... Taş bina da öyle... Yanlış hatırlamıyorsam zaman zaman burada ayaklı gaz sobası yakılıyordu. Bu havada izleyici de az. Daha çok yabancılar var. Aslında yaz olsa tıklım tıklım olurdu. Yabancılar bu aylarda ülkelerine dönmüş oluyor, yılbaşı tatili için. İyi ki kalın bir şeyler giymişim. Ellerim eldivenin içinde bile donuyor. Müziği dinlerken ısınmayı ümit ediyorum. Derken konser başlıyor. Önce piyanist, ardından bordo elbisesiyle izleyicilerin arasından geçerek Solist Pavla sahneye çıkıyor. Ben hep bu tür konserlerde hayal ormanıma kaçarım. Pavla da sanki ormanda yolunu kaybetmiş küçük bir kız şaşkınlığı ile şarkısını söylüyor. Benekli, dev mantarlar arasında gezinen şapkalı, çiçek toplayan bir küçük kız... Sesi manastırın duvarlarında tatlı tatlı geziniyor. Şimdi daha neşeli bir şarkıya başlıyor. Yapraklardan, çiçeklerden süzülen ışıklar yüzüne vurmuş gibi... Mutlulukla aydınlanıyor yüzü. Orada umut, güzellik, yaşamaya dair her şey tıpkı bir aynadan yansır gibi yansıyor. Piyanist Marketa’ya bakıyorum. O kadar kendinden geçmiş ki... Sadece parmakları güçlü vuruşlarla tuşlarda geziniyor. Öfke, isyan, haykırış ve başkaldırış var. Bedeni bu gizli ahenge uygun kıvrılıyor ama anlıyorum ki ruhu başka yerde... Derken bir başka şarkı... Solist sahnede. Neşeli bir halk şarkısı sanki... Pamuk rengi bir bulutta oturuyor sanki... Gökyüzünden yeryüzünü seyreder gibi... Altından yemyeşil vadiler, ormanlar hatta pırıl pırıl akan berrak sular kayıp gidiyor. Aslında onun yanında ben varım, görüyorum. Ruhumu onunla geziye çıkarıyorum... Nihayet flüt ve Miroslav sahnede... Zaten kendimden geçmişim, artık en güzel düşleri görebilirim. Artık mutluluk ülkeme kanat açabilirim... 20 yıldır flütü ile bütünleşmiş bir sanatçı var karşımda... Gözlerimi kapatıyorum... Derin, yağmur ormanlarındayım şimdi... Dallarda rengarenk tüylü kuşlar... Ormanın homurtulu sesi... Orman perileri bir açıklıkta dansediyor, güneşin altın ışıklarında... Miroslav, sanki kollarının arasında dünya güzeli bir kadın tutuyor ve onunla danseder gibi... Gözleri kapalı, kendinden geçmiş... Müziğin büyüsü bu işte... Son parçada piyano, flüt ve solist... Elbette insanın müziğe hayat verişi... Çılgınca vuruşlar, isyanlar... Her şey alabora oluyor, dünya yeniden yaratılıyor sanki... Derken fırtına diniyor, sakinlik kaplıyor her yeri ve her şeyi... Müzik, sahnede bale yapan dansçının son figürlerine eşlik edercesine yavaşlıyor, hafifliyor ve bitiyor... Çılgınca bir alkış kopuyor... Geceye emek koyan herkese teşekkürlerimle...