Ülkemiz zor ve gergin günlerden geçiyor. Bir yandan ekonomik kriz, devletin içine düştüğü ekonomik açmazlar, bir yandan Türkiye ile yaratılan gerginlik ortamı insanımızı teslim almış durumda. Hükümet ise bu ortamı yumuşatmak yerine gerginlik üzerine gerginlik yaratıyor. Sendikaların günlerdir sürdürdüğü grevlerin eğitim hakkını engellediği, eğitimde fırsat eşitsizliği yarattığı, yargıyı felç ettiği bir gerçek. Ama zaten sendikaların amacı da bu değil midir? Yani hükümetin aldığı veya almaya çalıştığı ekonomik önlemlerin çalışanların aleyhine olduğunu, çözüm getirmeyeceğini savunan sendikalar, hükümeti geri adım atmaya zorlamak için grevdeler. Hükümetin bu durumda yapması gereken, sendikalarla, sivil toplum örgütleriyle ve muhalefet partileriyle diyalog ortamı yaratmak ve içine girilen gergin ortamı, ekonomik sıkıntıları hep birlikte aşmanın yollarını aramak.. Bunu yapacağına topu Türkiye’ye atma kolaycılığına kaçan hükümet, şimdi yaptığı hatanın farkına varmış ve sorumluluğu üzerine almaya çalışır gibi görünüyor. Ancak yine yanlış yöntemle yola çıkıldığı açık. Grevleri yasaklamak, muhalefeti dışlamakla hiçbir ekonomik tedbir uygulanamaz. Hükümet, ülkedeki bütün kesimlerle diyalog içine girmeli ve alınan ekonomik tasarruf tedbirlerine ek olarak ekonomistlerin sürekli dile getirdiği yapısal değişiklikleri, ekonominin önünü açacak, yatırım iklimini geliştirecek imkanları sağlamalıdır. Yalnızca tasarrufla içine girilen ekonomik krizden çıkılamaz. Hükümetin özel sektörün önünü açması, KİT’leri Kamu kurum ve kuruluşlarını her seçim döneminde istihdam yuvası olarak kullanmak yerine ya özerk hale getirerek kendi kendilerine yetmelerini sağlamalı, ya da henüz KTHY gibi batmadan ve bir ekonomik değeri varken, çalışanlarını da mağdur etmeden özelleştirmelidir. Yoksa sendikalarla, muhalefetle, Türkiye ile kavga ederek bir yere varamazlar. Sendikalara gelince, elbette üyelerinin haklarını korumak sendikaların asli görevi ve bunu yapmalarından daha doğal bir şey olamaz. Ancak ülkesini seven insanlar olarak onların da durum değerlendirmesi yapması ve ülkenin geleceği için bazı tedbirler alınması gereğini anlaması gerekiyor. Alınacak tedbirlerin de Türkiye ile birlikte alınacağı kaçınılmazdır. Zaman zaman ‘tamam Türkiye artık para vermesin ama işimize de karışmasın’ diyenler oluyor. Ama bazı gerçekleri hatırlatmakta yarar var. Türkiye’nin KKTC ile ilişkisi, bağlantısı ve yardımları yalnızca yıllık verilen para yardımlarıyla sınırlı değildir. Bunu unutmuş görünenlere hatırlatmak gerekir ki, bugün KKTC’nin dünya ile ulaşımı Türkiye üzerindendir. Telefon bağlantısı Türkiye üzerindendir. Posta ulaşımı, deniz ulaşımı, internet bağlantısı, hemen her türlü bağlantısı Türkiye üzerindendir. Türkiye ile gönül bağını, maddi yardımlarını, her türlü savunma çabalarını görmezlikten gelenlerin bunları da dikkate alarak bir kez daha düşünmesi gerekir. Zaman hoşgörü zamanıdır. Zaman sağduyu ve diyalog zamanıdır. Aynı gemide seyahat edenlerin gemiyi batırma lüksü olamaz, çünkü gemiyle birlikte kendileri de batar.
O yüzden, herkesin şapkasını önüne koyarak bir kez daha sağduyulu düşünmesi, karşısındakine hoşgörü ile yaklaşması, yetkililerin de diyalog yollarını bulması, açık tutması zamanıdır. Bizden söylemesi…
BRT KONUSU
BRT çalışanı dostlarımız gücenmesin, lafımız onlara değil ama bir not da BRT konusuna düşmek isteriz. BRT’nin Meclis’ten geçen BRT Kurumu bütçesi 42 milyon TL. Çalışan sayısı 650-700 arası. Savunma ise BRT’nin 2 televizyon, 5 radyo kanalı olması. Devlet Bütçesi’nden BRT’ye yılda 42 milyon TL aktarılıyor. Peki, örneğin 3 televizyon 3 gazete ve bir radyo kanalı bulunan Star Kıbrıs Medya Grubu’nun bu işleri yıllık 5 milyon TL bütçe ile ve BRT’nin yüzde 10’u kadar personelle yürüttüğü düşünüldüğünde haksızlık olmuyor mu? Devletin çok sesliliğe önem verdiği iddiasında olması halinde bu dengesizliği ve haksızlığı ortadan kaldırması ve özel kanallara da çok seslilik adına katkıda bulunması gerekmiyor mu?
Sadece üzerinde düşünülmesi amacıyla not düşelim dedik.