1974 sonrası umduğunu bulamayanlar

Kıbrıs Cumhuriyeti, kuruluş anlamında önemli ve cesaretli bir adımdı. Ayni toprağı, aynı gökyüzünü paylaşan insanlar sosyal, dinsel ve köken açısından farklılıkları olmasına rağmen yaşadıkların toprak hatırına ortak çıkarlar paydasında buluşmayı denediler.

Kıbrıs Cumhuriyeti, kuruluş anlamında önemli ve cesaretli bir adımdı. Ayni toprağı, aynı gökyüzünü paylaşan insanlar sosyal, dinsel ve köken açısından farklılıkları olmasına rağmen yaşadıkların toprak hatırına ortak çıkarlar paydasında buluşmayı denediler. Sonuç malum, bu Cumhuriyet sadece üç yıl süren bir ortaklık oldu. Cumhuriyet’in yönetimsel her kademesinde Rum yöneticiler sayısal ağırlığa sahipti. Adanın 1974’ten sonra fiilen bölünmesiyle, Türkler yönetimden ve dolayısı ile Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile kazanmış oldukları tüm haklardan çekildiler. Kıbrıs Cumhuriyetinde Türklere ait olan başkan yardımcılığı hala boş bir makamdır. Ada da ilk nüfus sayımı Aralık 1960’ta yapılmış. Rakam, 573.566 imiş. Rumların nüfusun %77’sine Türklerin %18 ve diğer milletlerden oluşan kişilerin nüfusa oranı ise %5 olarak ortaya çıkmış. Bugün Kıbrıslı Rum ve Türkler ayni toprak parçası ve ayni gökyüzü altında fakat belirli sınırlar içerisinde birbirleri ile ayrı olarak yaşıyorlar. Ayrılık olayının üzerinden 37 yıl geçmesine rağmen, hala Rum toplumu ve yönetimi tüm dünyada kabul gören düşünceyle Kıbrıs Cumhuriyetinin tek hâkimi ve temsilcileridirler. Tanımasalar da, kabullenmeseler de, adanın kuzeyinde bir yönetim, bir kanun bütünlüğü, bir hukuk ve bir düzen vardır. Yani son tanık olduğumuz provokasyon belirtileri olan, Maraş’a girme olaylarını ve bu olayda iki AB Parlamentosu üyesi parlamenteri kullanmaları ne anlama geliyor? Onca yıldan sonra hala daha bazı şeyler kabullenilmemişse, bu tür düşünceleri değiştirmemiz hiçte kolay olmayacak. Bu noktada şu soru da sorulabilir. Saygı duyulmayan bir yönetim ve saygı duyulmayan bir yönetici ile nasıl olurda bir ortaklık kurmak için yıllardır bir müzakere süreci sürdürülebilir. Aslında konum bu değil. Kıbrıs adasının her iki yanında günlük yaşamın nasıl devam ettiğinin bir sorgulamasını yapmak istiyorum. Dünyanın gözü, kulağı bu adanın üzerinde. Bu adadan çıkan her ses yankılanarak büyüyor.

1974 sonrasında Rum yönetimi veya diğer adıyla Kıbrıs Cumhuriyeti ve KTFD veya 1983 yılından sonra KKTC devleti insanlarına neler verdi. Bir savaş psikolojisinin içinden çıkan, hala daha haber alınamayan, akıbeti bilinmeyen insanları olan, sadece kendilerinin değil başka ülkelerinde ada üzerindeki çıkarlarını düşünmek ve korumak zorunda bırakılan, Kıbrıs’ın gerçek sahiplerinin, 1974 yılından sonra umdukları ile bulduklarını karşılaştıracak olursak, şöyle bir yaklaşım doğru olur mu? Umduğunu bulamayanlar diye bir terazi olsa, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların umdukları ile buldukları arasındaki olumsuz fark, güneye göre oldukça ağır basar. İlk yıllar Rum mallarının kabarttığı iştahla her şey hızlı ilerledi. Ama hazıra dağ dayanmadı. O yıllarda alınan her şey tek tek elden gidiyor. Kesinlikle şehitlik mertebesini kullanmak amacında değilim. Ama bu mertebeyi bile 37 yıldır kullanmıyor muyuz? Adanın her iki yanında da nüfus başta olmak üzere önemli değişiklikler oldu. Yeni yapılanmalar her alanda hayata geçirildi. Güney Kıbrıs yönetimi adanın tek temsilcisi sıfatıyla AB üyesi bir ülkedir. KKTC ise Türkiye tarafından dahi tartışmalı bir tanınma ile bu günlere gelmiş bir cumhuriyettir. KKTC’de temel hizmetler yani eğitim ve sağlık gün ve gün özele ve parası olanın yararlanabileceği şekle dönüşürken güney, Kıbrıs’ta durum nedir? Birçok Kıbrıslı Türk sağlık hizmeti almak için güneye gidiyor. KKTC’de ise sağlık bakanımız bedava sağlık hizmeti döneminin sona ereceğini söylüyor. Sağlık konusu eğitim konusu gibi zor ve sıkıntılı. Sağlık çalışanları da eğitimcilerde hiç tanımadıkları insanların, hayatlarını ve geleceklerini kurtarma görevini yerine getiriyorlar. Her zaman söylediğimiz gibi bu konularda uygulanan prosedürün bir devlet politikası olması gerekir. İktidarlara göre değil devletin uygulamalarına göre bir sistem kurulup çalıştırılmalı. Zaten bu konular ağırlıkla özelde. Yani, zaten maddi bir bedel ödeniyor. Bu karar devletteki sağlık kurumlarını aşırı talepten kurtarma amacı taşıyorsa bir yerde faydalı olabilir. Hiç olmazsa yoğunluk azaltılıp sağlık çalışanları için bir rahatlama yaratılabilir. Bir yandan da sosyal devlet anlayışını yeniden tartışmaya açabilir. Bu iki konunun önemini her zaman vurguluyorum. İçinde bulunduğumuz süreçte bu konularla ilgili umduğumuzu bulamadığımız ortadadır. Yeni bir düzen, özgürlük, bağımsızlık, kendi kendini yönetme, kendi kaderini ve yolunu çizme umuduyla 37 yıldır bekleyen bir halk var Kuzey Kıbrıs’ta. Beklentiler ve beklentileri karşılayacak olanlar yıllardır ayni. Bu saatten sonra beklentiler değişmez. Değişimi gerçekleştirecek olanları ise bu toplum bir 37 yıl daha beklemez. Kıbrıs’ta kazanılan askeri başarı, başta siyasi ve rehabilitasyon konusunda başarıya dönüştürülememiştir. Mesela, günlük yaşamdaki beklentiler karşılandı mı? Yani adil, fırsat eşitliği temeline dayalı toplumun tümünü kucaklayan bir siyasi anlayış bu ülkede söz konusu mu? Hayır. Siyasetin, siyasi beklentilerin, siyasi anlamda iktidar hırsının toplum çıkarlarının önünde tutulduğunu söyleyebilir miyiz? Evet söyleyebiliriz. Bir ülkede yaşayan insanların, gelecek korkusu varsa, yaşadıkları coğrafyayı benimseyemiyorlarsa, akıllarda her an “Acaba” şüphesi varsa, o ülkede demokrasiden, güvenden, düzenli, sağlam bir sistemden söz edemezsiniz.
Bu haber 551 defa okunmuştur

:

:

:

: