Kendimi bildim bileli ayni yerde yaşıyorum. Tam 36 yıl oldu. Ben değiştim, hayatım
değişti, elbette hayat şartları da değişti. Zamana ve hayatın akışına bağlı olarak
yaşadığım yer de değişti. Değişimden çevrem ve çevremdekilerde payını aldı. Bu tabi
ki normal ve herkes için geçerli olan bir durum. İşin kötü tarafı yaşanan
değişimlerin iyiye doğru değil, çoğunlukla kötüye doğru gitmesidir. Hayatını
kaybeden yakınlarım oldu. Mesela, en başta babamı kaybettim. Yaş 18, lise son
sınıftayım. Daha sonraları başka başka yerlere gidenler oldu. Başka şehirlere
yerleşenler gibi başka ülkelere de göç edenler oldu. Hatta başka dünyaya yolcu
ettiklerimiz oldu. Yerlerine gelenler oldu elbette. Ama hep söylendiği gibi gidenle
gelen ayni olmadı. Her zaman gelenler gidenleri arattı.
Geçtiğimiz pazartesi günü akşam saatleri kapım çalındı. Hiç tanımadığım bir bayan,
elinde çikolata paketleri çikolata sattığını söyledi. Şaşırdım, malum böylesi
durumlara pek alışkın değilim. Aslında daha öncede kapımı halı satan yaşlı teyzeler
çalmıştı. Hatta bu insanları bir minibüsün getirip belli bir merkeze bırakıp da daha
sonra gelip aldığına şahit olduğumu da hatırlıyorum. Acaba kime hizmet ediyorlar.
Acaba kimin cebini dolduruyorlar. Devletin kazandığı bir şey var mı? Elbette yoktur.
Tüm bunları geçtim. Şuna ne dersiniz. Genç bir kadın, elinde iki aylık bir bebek.
Yağmur ortasında kapı kapı gezip yardım dileniyor. O bebeğe yazık. Bunu yapmak
gerçek anlamda vicdansızlık. Bunları gerçekten üzüldüğüm için yazıyorum. Bu ülkede
işsiz olan birçok insan var. Ama bu iki aylık bir çocuğu kullanma, istismar etme
hakkını verir mi? Bunlar dünyanın her yerinde var diyebilirsiniz. Bunlar dünyanın
her yerinde varsa, bu dünyanın sorunu. Bu ülke insanı her gün değişerek artan bu
istismarı, kuralsızlığı, kayıt dışılığı, gelişi güzel yaşamayı hak etmiyor. Bir
ülkede suç oranı durmaksızın artıyorsa o ülkede önemli sorunlar var demektir.
İşlenen suçlar türüne göre yedi yılda %104 daha sonraki beş yılda %238 artıyorsa bu
ülkenin güllük gülistanlık olduğunu kimse iddia edemez. Doğruluğu tartışılır ama her
gün özellikle yazılı basında bu türden olaylar sıkça yer almakta. Kaza haberleri,
cinsel taciz haberleri, soygunlar, gasplar, hırsızlıklar. Ne arasanız var. Deşifre
etmek ve baskı unsuru yaratmak için bu olayların basında yer alması etkili olabilir.
Fakat bana göre özellikle çocuklarla ilgili haberlerin hele de yüz kızartıcı, küçük
düşürücü, olayların muhatabı olmuş çocukların basında daha dikkatli ve mümkün
mertebe az yer alması daha etik bir tutum olacaktır. Verdiğimiz mücadelede tüm
gayemiz her şeyin daha iyi, toplumsal bütünlüğün, daha etkin sağlandığı, doğru yer
ve zamanda kullanıldığı bir düzen içindir.
Habercilik anlamında basın kuruluşlarının yaklaşım ve yansıtma yöntemleri farklı
olabilir. Geldiğimiz süreçte öyle bir manzara var ki basın kuruluşları, gazeteciler,
köşe yazarları bölünmüş durumda. Bu bölünmüşlük aslında her zaman vardı. Bir yanda
içinde bulunulan sıkıntılardan hiç bahsetmeyen sadece şükran edebiyatını merkez
edinmiş kalıplaşmış bir yol izleyenler. Bir yanda sıkıntıları kullandıkça kullanan,
olumsuzlukların üstüne gitmeyi, her daim gündemde tutmayı yeğleyenler. Aslında ortak
bir nokta var. Öneri anlamında üretimsizlik. Her iki tarafta hep ayni yerde
buluşuyor. SİYASET merkezinin etrafında dönüp duruyorlar. Tabi ki toplumun hep daha
iyiye, daha güzel günlere ulaşması için mücadele edenlerde var. Belki bana düşmez
ama naçizane fikrim, ortak paylaşımla anlam kazanan noktalara ayni pencereden
bakmanın, en büyük getirisi toplumsal huzurun sağlanmasıdır. Düşünce özgürlüğüne,
demokrasiye, insan haklarına saygılı, her görüşü içine sindirebilen, sadece yorum
yapan, sadece habercilik yapan ve takdiri, Kıbrıs Türk halkına bırakan bir basın, en
başta hızla bozulmaya giden toplumsal bütünlüğün yeniden inşasına en büyük katkıyı
yapacaktır.