İnsanlık tarihinde bilinen ilk yazılı hukuk kurallarının Sümerler tarafından oluşturulduğu kabul edilmektedir. İnsanlığın bugün sahip olduğu hukuk anlayışı, Sümerlerin M.Ö. 4000 - M.Ö. 2000 yılları arasında hüküm sürmüş bir medeniyet olduğu düşünüldüğünde uzun bir tarihi geçmişe ve muazzam birikime sahiptir.
Hukuk dediğimizde fert, toplum ve devletin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütününün kastederiz en basit anlamıyla. Yani Hukuk fert, toplum ve devletinin davranış biçimlerini, birbirleriyle nasıl ilişki kurmaları gerektiğini belirleyen normatif bir bilimdir.
Bugünün dünyasında bir Devlet’in meşruiyet, güven ve saygınlığı hukuka bağlılığıyla doğru orantıldır. Hukuk, fert ve toplumun, devlet gibi büyük yetkilere sahip bir güç karşısında mutlak ve asla feragat edemeyeceği tek güvencesidir. Bilim ve teknolojinin sınırsız imkanlarıyla daha da güçlenen, bireylerin özel yaşama alanlarının her geçen gün biraz daha daraldığı, dolayısıyla devletin kontrol gücünün sınırsızlaştığı günümüz dünyasında, bu gücü frenleyecek, sınırlayacak, kontrol altına alacak yegane güç “hukuk” tur. Bu güç fonksiyonelliğini yitirirse, işlevsiz hale getirilirse bundan bireyde, toplumda, devlette sınırları önceden öngörülemeyecek kadar büyük zararlarla karşı karşıya kalır. .
Son yıllarda ülkemizde yargı kararlarının uygulanmasıyla ilgili tartışmalar hem bireyler hem de siyasal sistem açısından öncelikli sorun haline gelmiştir. Bu günlerde de televizyonlarda, gazetelerde yargının verdiği kararın uygulanıp uygulanamayacağı tartışmaları bile tek başına toplumsal huzursuzluğu artırıcı niteliktedir. Yargı adalet demektir. Yürütme gücünü elinde bulunduranlar aynı zamanda adaletin herkes için kesintisiz devamını sağlamak, adaletin karşısında değil, yanında yer almak zorundadır. Hiçbir iktidar, kendisini hukuk sınırları dışarısında göremez. Böyle görürse, hukuku toplumsal olmaktan çıkarır ve toplumu yok sayma gibi bozuk bir yapısal anlayışa doğru evrilir. Bu kayma hem toplumsal huzuru, hem güveni hem de devletin bekasını tehlikeye sokar. Bu nedenle hukuk devletlerinde manavdan elma çalanda devleti dolandıranda, görevini yerini getirmeyen idarede, kendisi hakkında karar verilen yürütmede hakkında verilen karara saygılı olmak ve geciktirmeden o kararın uygulanmasına yardımcı olmak zorundadır.
Kötü bir çığır açmamak, vatandaşın gözünde yargıyı etkisizleştirmemek için bırakın yargı kararlarının yerine getirilmemesini, uygulamasının geciktirilmesinden bile kaçınmak gerekir. Bu çerçevede ülkemizin en güçlü partisinin kurultay süreci sonrasında ortaya çıkan yargı kararlarının uygulanmasına yönelik isteksizliği ve bu çerçevede yapılan tartışmalar üzüntü verici olduğu kadar ülkemiz için bir talihsizliktir.
Bugün kendisi hakkında verilen Yargı Kararlarına uyma hususunda sorunlu izlenimi veren yönetimin, yargı kararlarına yönelik bu yaklaşımı ortadayken yönetilenlerin hukuka uymasını beklemek hayalden öte anlam taşımayacaktır. Sümerler’in yaşadığı çağda olsa belki bu çelişki vatandaşa bir şekilde izah edilebilirdi. Ancak, günümüzde akıl ve mantığı ön plana çıkaran, bireylerinin ezici çoğunluğu üniversite mezunu olan bu toplumda bu durumu izah etmek hiçte kolay olmayacaktır.
İnsanca yaşama noktasında tek güvencemiz olan yargıyı işlemeyen, etkisiz kılacak her türlü davranıştan uzak durmak, toplumu alternatifler aramaya itmekten çekinmek, sistemde bir kaosa neden olmamak her şeyden önce siyasilerin, en başta da yürütmenin birincil görevidir.
Peki, yargı kararlarına kimler uymalıdır? Bu sorunun, yargı kararlarına herkes uymalıdır” dan başka cevabı olamaz.
Belirtmek isteriz ki, bütün bu yazılanlara, uyarılara karşı duyarsız kalınmasının sonucunda olan devlete ve millete olacaktır.