Bir güzel yürek bir o kadar bilge yüklü, hassas, eşi benzeri olmayan bir diksiyona sahip, üslubu, konuşması, ağzından çıkan her kelime belleklerde öyle bir yer eder ki hiç durmasın hep konuşsun feyiz dağıtan, içinde mutluluk, huzur, akıcılık, kardeşlik, arkadaşlık, paylaşımcılık, hoşgörü, birde biz sanatçılara ayrıca öyle bir hitap şekli varya...
Bir güzel yürek bir o kadar bilge yüklü, hassas, eşi benzeri olmayan bir diksiyona sahip, üslubu, konuşması, ağzından çıkan her kelime belleklerde öyle bir yer eder ki hiç durmasın hep konuşsun feyiz dağıtan, içinde mutluluk, huzur, akıcılık, kardeşlik, arkadaşlık, paylaşımcılık, hoşgörü, birde biz sanatçılara ayrıca öyle bir hitap şekli varya... bir de o kaleminden akan inci inci anlatmaları var ya , birde o kapılarda karşılamaları varya bu ne sevgi ah! Tıpkı Abdullah Yüce'nin dediği gibi “ Bu nasıl bir sevgi! Sevgi öyle bir yüce unsurdur ki sevgi ile yol alan insan başarılara imza atan insandır... Bugün bu kadar yüce bir insanı ben nasıl anlatırım, nasıl yazarım sevgili Hüseyin Kanatlı'yı... Kainatın derinliklerinde evrenin gücünde bir dev insan ve bir o kadar da mütevazi, herkese eşit davranan yüce insan... Yıllarca anlattı durdu bizleri o büyüleyici, rahatlatıcı ses tonu ile mikrofona sundu... Akıcı kelimelerini her bir sözcük altın değerinde ve şimdi bu altın değerindeki uğraşlarının “Uçan Yıllar” isimli kitabı vitrinlerde yerini aldı... Anı yüklü kendi yaşadıkları, gözlemledikleri, upuzun bir yaşam. Bazen acı, bazen mutlu ama özünde bütün bu yaşananların içinde sevgi, saygı, centilmenlik... Mükemmel bir kitap, gelirini kanser hastalarına bağışlanan bir kitap... Bir zamanlar deli gibi sevdiği biricik eşi, iki kızının anneleri, ilk aşkı, ilk gözağrısı, kör olasıca bu amansız hastalık bir çok insanı koparıp alıp gittiği gibi genç yaşta çekip gitti, acılar soktu yüreklere, ocaklara, sevenlerine, sevdiklerine, çaresizce boyunlar büküldü yürekler sustu sessizce, döküldü gözlerden yaşlar bu acıları yaşayanlar bilir.
Sevgili Hüseyin Kanatlı'nın kaleminden birinci cildinden 28 yılımı anlatmaya çalıştım. Doğumumdan çocukluğuma, okul yıllarımdan ilk mesleğim olan sekiz yıllık öğretmenliğimin son yılına kadar söz edeceğim. Biyografi çok, Kıbrıs ile ilgili konuları içeren, “Sosyal tarih “ olarak adlandırabileceğim kitabımda, o eski yıllara ışık tutabileceğine inandığım, yaşanmış ve çarpıcı olaylara yer vermeye çalıştım. İşte bunlardan bazıları “ Salı günleri Türk kadınları ellerinde sepetlerle yaya olarak Baf Kalesi'nin önü, piknik yapan çarşaflı kadınlarla dolardı. Çocuklar da kayalar arasında bulunan göletlerde çırpınıp dururlardı. İlkokul ikinci sınıf... Lefke... Karadağ'da bir kahvehanede çalışan babam, iş saati eve geldi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. O gün bütün iş yerleri gibi kahvede kapanmıştı. O gün 10 Kasım'dı. Atatürk devrimlerine harfiyen uyan diğer kadınlar gibi... Annemde istemediği halde hafız olduğu için çarşafından vazgeçmiyordu. Ona çarşafı nasıl attırdık? 1953 yılında Londra'da II. Elizabeth'in taç giyme törenleri yapılırken ve ders yılı sonunda öğrencilere Kraliçe'nin resimleri ve İngiliz bayrakları ile süslü kupalar ve madalyonlar dağıtılırken Baf kazasının Ayyani (Aydın) Köyü'ndeki ilkokulda Türk Bayrağına rağmen canlı bayrak çektik. 1959... öğretmenlik mesleğimin son yılında. Limasol'da Sedat Simavi İlkokulu'nda ders yılı sonunda sahneye koyduğum müzikli Lale Devri oyunu bana heyecan ve gurur vermişti... Bu olay, belkide ertesi yıl adım atacağım radyoculuk ilk basamağı idi... Teşekkürler sevgili Hüseyin Kanatlı yüce insan ... Sizi seviyorum