Buzdağı göründü

Titanik buz dağının deniz üstündeki bölümünü ne zaman fark etmişti?

Yusuf KANLI

Daha dikkatli olunsa, geminin büyüklüğü, 'batmaz' olduğu varsayımı ve sair Saiklerle görev ihmali olmasa yine de kaza yaşanır mıydı? Gemi sahiplerinin burnu havada, şımarık, fiziki şartlara aldırmadan Atlantik seyahatinde rekor elde etme hırsıyla Titanik'e tam yol ve hatta üzerinde sürat yaptırmasa buzul fark edildiğinde kurtulma manevrası için fırsat bulunabilinir miydi?
Konumuz tabii ki White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı, döneminin en büyük buharlı bir yolcu gemisi olan ve 10 Nisan 1912 günü çıktığı ilk transatlantik seferinin beşinci gününde trajik bir şekilde bir buzdağı ile çarpışması sonucunda batan Titanik değil. Mesele Titanik'te hayatını kaybeden 1514 kişi de değil ancak benzeri bir burnu havada üslupla, 'ben dedim oldu' yaklaşımıyla ve tam bir teslimiyet içerisinde Kıbrıs görüşmeleri gemisinin hızla bir buzdağına sürüklenmesi olayıdır.
Haberiniz ola, buzdağı göründü. Önümüzde yedi görüşmelik kısa bir süreç ve sonrasında Eylül ayında New York'ta kotarılmaya çalışılan 5+ bir konferans var. 5+ ne diye sorabilirsiniz. Beş belli, adadaki iki taraf ile İngiltere, Yunanistan ve Türkiye'den oluşan üç garantör, yani Kıbrıs Cumhuriyeti'nin beş kurucusu. Pekli '+' ne? BM genel sekreteri mi? Hayır, o da içerisinde ama ilaveler var. Avrupa Birliği mi? Evet ama o da değil, dahası da var. İddialara göre bir şekilde Güvenlik Konseyi daimi beş üyesi de duruma müdahil olacaklarmış. BM genel sekreteri zaten örgütü ve Güvenlik Konseyi'ni temsil etmiyor mu? Güvenlik Konseyi'nden aldığı 'İyi Niyet' göreviyle bu görüşmeleri 'himaye' etmiyor mu?
Daha düne kadar ada dışında ve hatta adada da ara bölgedeki görüşme odaları, Pazar yerleri, müzik, tiyatro olayları ve lokantalarla sınırladığı 'siyasi eşitlik' takıntısını bırakacak mı Rum kesimi? Nikos Anastasiades mevkidaşı Mustafa Akıncı ile 'eşit düzeyde' Türkiye, İngiltere ve Yunanistan ile diğer katılımcı ve gözlemcilerin olduğu bir ortamda üstelik de New York'ta BM Genel Kurulu gölgesinde böyle bir toplantıya katılacak mı? Katılacaksa, nasıl ikna edildi?
Kıbrıs görüşmelerinde sonucu zorlamak uzun bir süredir 'Plan B' diye seslendiriliyor Türkiye başkentinde. Sabık başbakan Ahmet Davutoğlu daha net söylüyordu, Binali Yıldırım ekibi daha yumuşak ama aynı kararlılıkla söylüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sıklıkla 'Bu böyle devam edemez. 2016 sonuna kadar ya çözüm, ya da biz bildiğimiz gibi devam ederiz' minvalinde konuşmuyor mu aylardır?
Şaka falan değil. Geçen yazımda da vurguladım. Erdoğan ile Akıncı aynı düşünmüyorlar birçok konuda ama 2016'nın çözüm için son fırsat penceresi olduğunda tam bir görüş birliği var.
Rum tarafında temel hususlarda herhangi bir değişim olmamasına rağmen Akıncı'nın Rumların takıntı haline getirdikleri 'Garanti devam ederek asla, Türk askeri adada kalarak kata' yaklaşımı ile empati yaparak geliştirdiği 'Garantiler tabu değildir' siyaseti esasında göründüğünü söylediğimiz buzdağının bir önemli zirvesi.
Akıncı dönemi ileride tarih kitaplarına nasıl gireceğini herhalde bugünlerde yaşananlar tayin edecek: Nobel barış ödülü uğruna hıyanet çizgisine varacak kadar halkının temel çıkarlarına ve güvenlik ihtiyaçlarına sırtını dönen bir beceriksiz siyasetçi mi, yoksa barış için zor adımları atabilecek cesareti olan bir devlet adamı mı?
Tabii ki Akıncı Ankara'da neler konuştu, ne gibi uzlaşılara vardı önümüzdeki günlerde daha net ortaya çıkacak. Şu anda belli olan, Akıncı'ya yakın bazı yağdanlık gazetecilerin yazdıkları. Ne kadar güvenilir, yaşayıp göreceğiz. Ancak, eldeki veriler şimdilik bunlar.
Ne imiş efendim? Şimdi, eğer Kıbrıs Türkleri Türk askerinin adadaki varlığını ve 1959 tarihli Garanti ve İttifak Anlaşmalarını güvenlikleri için 'vazgeçilemez' görüyor, Rumlar ise 'büyük bir güvenlik tehdidi' ve 'asla kabul edilemez' olarak algılıyorlarsa problemin içerisinden çıkışın kolay bir yolu yok. Ancak, 'teknik olarak' adadaki Türk askeri varlığını çok alt bir düzeye indirecek ve 'belli bir alana' sınırlayacak bir yaklaşım bu işi çözermiş...
Doğru anladınız. Hani Nisan ve Mayıs aylarında 'Türkiye'ye adada üs verilmesi' hakkında ben de bir şeyler yazmıştım ya, fikir o fikir. Ama o zaman da söylemiştim, bu beklentiler ham hayal. Türkiye'nin de bu işe sanki evet demiş gibi bir havada sunuluyor ama kanımca ya Erdoğan ve Dışişleri Bakanlığı uzmanlarını anlamadı Akıncı ve ekibi ya da anlamak istemediler. Tabii bir olasılık da 'Nasıl olsa Rum tarafı kabul etmez' düşüncesiyle Ankara'nın bu fikirlere reaksiyon göstermemesi. Eğer durum buysa, ciddi zafiyet var demektir ki, New York aşamasına geçilebilir ise işimiz zor, kol bükülüp o olmaz denilen, Rumlar nasılsa reddeder denilen seçeneğe evet durumunda kalabiliriz.
Garanti Anlaşması yerine geçecek Türkiye'ye üs verilmesi seçeneği 1963 Acheson Planı benzeri bir öneri. Acheson Planı birinci versiyonunda Türkiye'ye egemen, ikinci versiyonunda ise kiralama şeklinde üs verilmesi, Kıbrıs Türk 'kantonlarına' iç otonomi tanınması karşılığında adanın Yunanistan'a bırakılması önerilmekteydi. O zaman Acheson planını Rumlar ve Yunanistan reddetmiş, birinci versiyonuna sessiz kalan Türkiye ise ikinci versiyonu kabul edilmez görmüştü. Şimdi tekrar böyle bir plana benzer bir yapılanmayla yeni Kıbrıs federasyonu kurulup, Türkiye'nin garantisine de son verilebilinir mi? Her ne kadar Rumların bu durumu kabul edeceğini zannetmesem de, baskı altında onlar da kabul etme durumunda kalır ise Ankara'daki 'Nasıl olsa Rumlar reddeder, reddeden biz olmayalım' anlayışı bu kez kayaya toslar.
Ankara'da maalesef bu son zamanlarda devlet siyaseti oldu. Annan Planına evet denirken de 'Rumlar nasılsa evet demezler, biz evet diyelim, Rumlar reddetsin, onlar kötü olsun' diye düşünmemiş miydi Abdullah Gül? Sonuç haklı çıkardı belki ama kaybeden yine de biz olduk, Rumlar AB üyesi oldular.
Neyse, konuya dönersek, ikinci bir opsiyon daha varmış... Yani Rumlar Türkiye'ye üs verilmesine itiraz ederse bir ikinci formül... Ne imiş? Yeni federasyonda Türkiye'ye sadece Kıbrıs Türk devletçiğinin garantörlüğünün verilmesi. Bu durumda Türkiye'nin etkin garantisi olmayacak, adada askeri de bulunmayacak ancak Kıbrıs Türk devletçiği parlamentosunun 2/3 çoğunlukla davet etmesi durumunda Kıbrıs Türk devletçiği topraklarıyla sınırlı müdahale hakkı olacakmış.
Bunların hepsi hikâye ve 2010 tarihli KKTC Cumhuriyet Meclisi kararına göre 'vatana ihanet' girişimleri. Benden uyarması. Meclisin tam ittifakla ilan ettiği garantörlüğün sulandırılamayacağı deklarasyonunu görmezden gelmek bir cumhurbaşkanı ve görüşmeci heyetinin haddi olmaması gerekir. Nihayette cumhurbaşkanı meclisin verdiği yetkiyle görüşmecidir, unutmaması gerekir.
Geç değil... Belki Cumhuriyet Meclisi harekete geçer, Akıncı'ya 'Kardeşim, hayır ola, ne bu yaptığın?' diyebilir... Demeli de.
Bu haber 1834 defa okunmuştur

:

:

:

: