Hadi gelin şu Kıbrıs meselesine birlikte bir kez daha bakalım. Kıbrıs sorunu, bir adada beraber yaşayan iki halk arasındaki güç paylaşımı sorunudur.1963'de başlayan ve Kıbrıs Türkleri adadan kazımak amaçlı Rum saldırıları ve 1974'deki Türkiye'nin müdahalesi ve bunların sonuçları adada mevcut soruna yeni eklemlerde bulunmuştur. Adada çözümün kilidi ana sebebin, yani güç paylaşımının, adil ve iki tarafın kabul edebileceği bir yapıda sağlanmasıyla ve mevcut ada gerçeğinin tanınmasıyla aşılacaktır.
Mevcut ada gerçeği nedir? Rum kesimi ve dünya tanısa da tanımasa da Kıbrıs'ta şu anda iki etnik, dinsel, dilsel yapı ve bunların ayrı demokratik yönetimleri vardır. 1975 ve 1977 yüksek düzeyli anlaşmalarda 'iki kesimli ve iki toplumlu federasyon' olarak tanımlanan federal çözüm ancak iki tarafın birbirini 'siyasi eşit' olarak kabul görmesi ve sayısal açıdan daha az durumundaki Kıbrıs Türk halkının kendisini güvende hissedeceği bir güvenlik, yargı, yönetim ve garanti sistemiyle mümkündür. İki toplumlu bir federasyon olacağı öngörülen Kıbrıs Federasyonu'nun sürdürülebilir çözüm olabilmesi için her iki tarafın hassasiyetleri dikkate alınmalıdır. Her ne kadar hemen bütün başlıklarda ciddi görüş ayrılıkları olsa da, sıkıntının en fazla üç başlıkta yosunlaştığını söyleyebiliriz.
Yönetim paylaşımı ana sorundur ve bu alanda anlaşma diğer kapıları da zorlayabilir. Ancak Rum tarafı Kıbrıs Türk tarafını 'azınlık' olarak görmede ısrar ettiği sürece, 'Eşit siyasi muhatap' olduğunu kabul etmedikçe, 'eşit ortaklık paylaşımı' yapılmasını idrak etmedikçe çözüm olmayacaktır.
Kıbrıs Türk tarafı açısından her ne kadar neredeyse dönüşümlü başkanlık ve görev süreleri hariç her konuda uzlaşma sağlanmış gibi görünse de, yüksek mahkemede tıkanıklık aşılma sistemi, federal ve yerel polis yetkileri gibi birçok teknik detayda iki taraf hala daha birbirinden çok uzaktır. Ayrıca her ne kadar KKTC cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı 'ağırlıklı çapraz oy' adı verilen Kıbrıs milleti yaratma operasyonundan yana olsa da Kıbrıs Türk halkının bu konuda desteğini alması oldukça zor görünüyor.
Akıncı 'Dönüşümlü Başkanlık yoksa anlaşma da yok' diye kestirip atsa da, Rum tarafının bu konuyu belki en sonunda o da Türk tarafının kapsamlı ve belki de güvenlik başlığındaki bir son dakika tavizi alma yaklaşımında olduğu izlenimi vardır.
Bu başlıkta iki tarafın uzlaşması mümkündür ancak bilhassa dönüşümlü başkanlık ve ağırlıklı çapraz oy konularının gerek Rum gerekse Türk halkları açısından problemli olduğunu ve olası bir referandumda reddetme sebebi olabileceğini vurgulamak isterim.
Güvenlik boyutu oldukça karışık bşr o kadar da nettir. Anlaşamıyoruz.
Kıbrıs Türkleri 1963-1974 döneminde olduğu gibi Rum serserilerin, çetecilerin, EOKA gibi terör örgütlerinin kendisini adeta serbest 'avladığı', her türlü ayrımcılığın, tedhişin, baskının ve yok etme kampanyasının yürütüldüğü o döneme hiç bir şart altında dönmek istememektedir. Bu çerçevede Kıbrıs Türk halkının kırmızı çizgisi Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin mümkünse değiştirilmeden veya günün koşullarına uygun hale getirilerek devam etmesidir. Rum tarafında artma eğilimi görülen aşırı sağcı ve Türk düşmanı oluşumlar garanti sisteminin devamını 'Olmazsa olmaz' haline getirmektedir. 1964-1974 döneminde 'Hükümet kontrolü yeniden tesis ediliyor' klişesiyle Rum mezalimine seyirci kalan BM Barış Gücü deneyimi dolaysıyla, Türkiye'nin etkin ve fiili garantisi NATO veya Avrupa Birliği ya da Güvenlik Konseyi garantisiyle değiştirilmesi Kıbrıs Türk toplumunca kabul edilebilir değildir.
Kıbrıs Rumları 1963-1974 dönemini adeta toplumsal bir amnezi yaşarcasına unutarak, güvenlik sorununu 1974 Türkiye müdahalesi ile başlatmaktadır. Onlara göre zaten Kıbrıs sorunu bir 'saldırı' ve 'işgal' meselesidir, 1960 garanti anlaşmaları iptal edilip Türkiye, ordusu ve adadaki yerleşikler gidince, tüm Rum göçmenler eski mallarına, evlerine dönünce, Kıbrıs sorunu sona erecektir. Kısaca, olası çözümde adada 1960 benzeri ve egemenliği sınırlandıran garantör sistemine ihtiyaç yoktur.
Görüleceği gibi güvenlik boyutunda iki tarafın uzlaşma ihtimali yoktur.
Mal-mülk meselesine gelince, Türk tarafı açısından varılacak çözümle adada iki kesimli ve iki toplumlu bir federasyon oluşacak ise, iki kesimlilik ve iki toplumluluk sözde değil özde de olmalı. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurucu ortağının bölgesinde toprağın ve yaşayan insanların büyük bir oranının Kıbrıs Türkü ve onlara ait mal mülk olması iki kesimlilik ve iki toplumluluk ilkeleri gereğidir. Bu nedenle takas, değişim ve hakkın sağlanması şeklinde ama her halükarda KKTC bölgesinde nüfusunun en fazla %20'sini geçmeyecek bir Rum nüfusu ve toprağının en fazla %20'sini geçmeyecek bir Rum malı olabilir.
Bu alanda Akıncı ve ekibinin ciddi ve kabul edilmesi çok zor ödünler verdikleri görüşmektedir. Yine de de Rum tarafı ilkesel olarak tüm göçmenlerin eski ev ve topraklarına dönmesi talep edilmektedir. Öncelikli başvuru hakkı, aidiyet hissetme durumu vs gibi sulandırmalarla iki kesimlilik berhava edilmektedir. Burada da görülmektedir ki bir anlaşma sağlansa bile oluşturulan yeksek beklenti nedeniyle Rum halkının %20 ile sınırlanmış bir düzenlemeyi kabul edebilir ne de Kıbrıs Türk tarafı %20 iade, kilise ve vakıf malları iade, kamu alanları federal devlete ve benzeri düzenlemelerle %15'lere inecek KKTC toprağını kabul edemez.
Şimdi Rum kesiminde ne olur, Nikos Anastasiades tenezzül eder görüşmelerde alicenap mı davranır, alkol krizi mi yaşar, yoksa dün evet dediğine bugün 'Vaz geçtim, aslında ben öyle dememiştim' gibi bir yaklaşımla Akıncı'yı minderden dışarı mı zorlar, hep beraber göreceğiz. Ama akılda tutmakta yarar var, bu günden sonra oynanan sadece bir oyundur, yoksa görüşme süreci öldü, gömüldü. Buraya kadar beyler. İster birlikte ! Mayıs kutlaması yapın, ister beraber el işi kursuna gidin, ya da ABD ödesin siz barış konulu toplantılar düzenleyin. Boş işler bunlar. Rumlar Kıbrıs Türkünü eşit görmedikçe, ki görmemeye ısrar ediyorlar, federasyon falan olmaz.
Şimdi, Jöleli ve marifetine gelince... Doğrusu çok ciddiye almamak gerekir. Her ne kadar 'baş danışman' unvanına, koskoca 'Milli Fon' yöneticiliğine sahip olsa da, maalesef Kıbrıs konusunda sadece bir boş teneke, sadece gürültü yapıyor. Hadi canım sen de, aklın kadar konuş.
Efendim Türkiye'nin gerçek niyetini ortaya sermiş. Erdoğan öyle istiyormuş, söyleyememiş ve Jöleliye söyletmiş. Hadi canım sizde! Erdoğan'ın diyeceği varsa söyler. Kıbrıs'ın Türkiye'ye ilhakı Türkiye çıkarı gereği olsaydı yapılırdı. Avrupa bağırsa da, ABD ambargo koysa da, dünya küsse de yapılırdı... Hem de 1970'lerde yapılırdı bugün değil. Adada taksim olacaksa bir gün o da anlaşma ile olmalıdır, Türkiye'nin çıkarı budur.
Hatırlatayım, adanın tümünde veya bir bölümünde hasım yönetim olması Türkiye stratejik çıkarlarına darbe olur. Türkiye'nin adada çözüm istemesi, görüşmelere bu kadar destek vermesi bundan yoksa Ankara da gayet iyi biliyor Avrupa Birliği üyeliği bir hikaye, ne yarın ne de ondan sonra gerçekleşmeyecek.