Gözler, kulaklar New York Birleşmiş Milletler binasına kitlendi bir kez daha. Kıbrıs Türk lideri Mustafa Akıncı Genel Sekreter Ban Ki-Moon ile yapılan son üçlü zirveden sonra kameralara yakalandığı o 'Lanet olsun, ne işim var burada... Sahtekar adam eni yine kandırdı' ifadeli yüzüyle mi çıkacaktı görüşmeden, yoksa... bir sürpriz uzlaşı kararı çıkabilir miydi Genel Sekreter António Guterres'ın Kıbrıs görüşmeleri gömülmeden apar-topar çağrısını yaptığı bu son ümit zirveden? Guterres Anastasiades'in katır inadını kırıp 'Önce garantiler... Eğer uzlaşı olursa diğer konuları düşünürüz' yaklaşımını değiştirtip, 'tüm konuların ele alınmasını' kabul edebilir miydi? 'Her şeyde anlaşılmadan hiç bir şeyde anlaşılmaz' ilkesi çerçevesinde, yönetim ve güç paylaşımı gibi Kıbrıs Türkleri açısından son derece önemli bir başlık üzerinde tamamıyla uzlaşıldıktan, etkin siyasi katılım talebi cevaplandıktan sonra güvenlik ve toprak meselelerinde karar verilebileceğini kabul edebilir miydi Rum lider...
Eğer Cenevre'ye gidilmesi konusunda ümidi olmasa Guterres toplantı çağrısı yapmazdı. Liderlerin kendi huzurunda üstelik de dünya kamuoyu tarafından Kıbrıslıların o çok sevdiği mangalda kömüre dönüştürülmeyi göze almadan kendisine 'Hayır' diyemeyeceğini hesaplamış olmalı BM genel sekreteri. Yoksa Kıbrıs Türk lideri Akıncı'yı ve Rum 'muadili' Anastasiades'i toplantıya çağırır mıydı? Muadil? Kimin muadili? Kimin eşdaşı? Esasında Kıbrıs sorununun özeti bu kelimede gizli. Muadil olabilmek için eşit olmak gerekmez mi? Eğer Kıbrıs Türk halkı ile Rum halkı eşit iseler, o zaman liderleri de 'muadil' olabilirler. Yoksa, bu ikiliden birisi 'Cumhurbaşkanı' diğeri ise 'azınlık lideri' olarak görülüyor ve öyle muamele görülüyor ise, bu liderler ve halkları arasında siyasi eşitlik temelli çözüm nasıl olabilir? Şimdi Anastasades yıllardır sürdürdüğü 'Oxi' siyasetini bırakıp siyasi eşitliğe evet mi diyecek? Kıbrıs Türkleri ve Rumları arasında oluşturulacak yeni federasyonda başkanlığın rotasyonuna, Türklerin yönetime ve yasama sürecine etkim katılımına evet diyecek mi?
Kıbrıs Rum lider yemeğe giderken amacının ne olduğunu ilan etmişti? Cenevre konferansında birinci önceliğin 1960 Garanti Sisteminden ve Türk askeri varlığından tamamen kurtulmayı zirve gündemine aldırmak ve ancak o konular hallolduktan – yani Akıncı Türkiye'nin garantörlüğünden ve askeri varlığından bir şekilde vaz geçtikten – sonra diğer konulara geçilebileceğini söylemedi mi? Hani ön şart sunduğu için Cenevre gündemi oluşamamıştı ya, şimdi ne değişti?
Gerçi uluslararası güç ve sair mucizevi önerilerle Türkiye'den ve garantörlüğünden 'kurtulmayı' bizim bazı arkadaşlar da Rumlar kadar arzuluyor ama, öyle bir anlaşmayı Kıbrıs Türk halkına kabul ettiremezler. Tıpkı harita meselesinde yapılan korkunç ihanetvari hata gibi bu kez de garantiler konusunda geri adım atılması durumunda Kıbrıs Türk halkına çok büyük kötülük yapılmış olacaktır. Bir liderin halkının haklarına yönelik bu kadar duyarsız olması elbette ki beklenemez ve umarım Akıncı da böyle bir hataya yanındaki bilgisiz ve işgüzar ekibe rağmen düşmeyecektir.
Toprak meselesi, mal-mülk, tazminatlar, siyasi eşitlik ve egemenlikte etkin ortaklık çözülmeden güvenlik başlığına geçilmesi hata olacağı gibi, bu konunun diğer konulardan ayrı ele alınması asla kabul edilemeyecek ve affedilemeyecek bir adım olacaktır. Akıncı'nın New York seyahat öncesi son beyanlarında ve onun adına sözcüsünün yaptığı açıklamalar bu endişeleri giderici öğeler içerse de bu süreçte sergilenen performans maalesef çok endişe vericidir.
Akıncı Anastasiades'in Türk karşıtı, muadili midir? Bizce öyle ama Rumlar öyle görmüyor. Onara, ve maalesef dünyaya göre, Akıncı bir azınlık lideri, Anastasiades ise Kıbrıs cumhurbaşkanıdır. Gerçi Rumların çökerttiği Annan planının mimarı, eski Genel Sekreter Kofi Annan 2004'de veciz bir şekilde 'Kıbrıs Türkleri ve Rumları arasındaki ilişki ir azınlık çoğunluk ilişkisi değil, aynı anavatanı paylaşan iki toplum ilişkisidir' demiş olsa da maalesef Rumlar kendilerini çoğunluk, Kıbrıs Türklerini azınlık olarak görmekte, siyasi eşitlik ve dönüşümlü başkanlığı ise azınlık idaresine girmek olarak algılamaktadırlar.
Bu kafayla çözüm olmaz.
Mesela, acaba Guterres ve Akıncı Türk tarafının eskiden beri önerdiği Anastasiades'i iki toplum arasında adanın doğal zenginliklerinin ortak kullanımını gözetecek bir komisyon, bir ortak şirket kurulması teklifini kabul etmesini sağlayabilirler mi? Yoksa Anastasiades 'Kıbrıs egemenliğini sizlerle tartışacak değilim' deyip kesip attıracak ve Akıncı'da sürece zarar vermesin diye susup oturacak mı?
Bu ve benzer onlarca soruya şimdi cevap vermek erken. Bu yazı yazılırken New York'ta bizim saatimizle Pazar gece yarısında gerçekleşecek çalışma yemeğine daha çok vardı. Kesine yakın tek konu, ne Guterres 'hayır' cevabını alacağı bir toplantıya çağrı yapardı ne de Akıncı veya Anastasiades dünya kamuoyu önünde çok zor durumda kalabilecek bir adım atıp 'Cenevre'ye gitmem' diyebilirdi. Dolayısıyla, şimdi yemekte ne olduğundan ziyade, Cenevre'de ne olacağı önemli.
Ne dersiniz, Cenevre'de çoktan ölmüş Kıbrıs görüşme süreci canlanıp sürpriz bir anlaşmaya dönüşebilir mi? Ne dersiniz, 'Ölü canlanmaz' dersem, mevcut görüşme süreci geçmişine bakarak bana 'Çok kötümsersin' diyebilir misiniz?