Yazmak ayrı bir heyecan, ayrı bir duygu, hani herhangi bir şey için, anlatılmaz yaşanır denir ya aynen öyle...
Altı aydır her gün büyük bir hevesle severek isteyerek yazdığım yazılarımı gece saat on iki de gazete sayfasından kesip günü ve tarihi ile kalın ciltli defterime yapıştırıyorum... Dahası okuyucu sayısını da defterin üst başına o günkü tarih ile kaydediyorum, hangi konularda okuyucu sayısı artıyor diye de hesaplamayı kendimce yapıyorum... Böyle sırası ile yaptığım her işten mutluluk duyuyorum... Ayrıca konu ne olursa olsun istatistiki bilgilerin de önemindeyim... Defterime sayfa numarası veriyorum, konularına göre özet tutuyorum... Gerçi internet ortamında yazılarımız var ama gazete kağıdına olan alışkanlığım, eski yıllara dayanır prensip meselesi deyip sürdürüyorum...
Yazın hükmü halen üzerimizde, hava sıcak, asfalt cayır cayır yanıyor... Ağustos ayının on beşi yaz on beşi kış diyorlar ama bu yıl gidişat ne olacak şimdiden kestirmek mümkün değil... Yaz sıcağı, klimalı ortamlara, odalara veya araba koltuklarına yansımıyor ama dışarıda, açık havada durmak insanı çıldırtıyor... Böyle zamanlarda tek gaile açık havada işleme mecburiyeti olan insanlar için oluyor...
Ülkemizde her yaşta insanın, çalışanının, emeklisinin, çalışmayanın bir meşguliyeti vardır... Kendini bu meşguliyetlerine göre planlayan insan ise mutluluğu avcunda tutan, yüreğinde taşıyan olur... Perşembe günleri genelde Lefkoşa'ya gidiyorum her gidişlerimde kendime göre ani kararlarım ile ziyaretler yapıyorum...
İlkinde YÖDAK ziyaretine habersiz gittiğim için Sayın Akile Büke ile görüşemedik ama yine gideceğim, o gün Sayın Mehmet Hasgüler ve Derviş Refiker ile kahvelerimizi içtik, konuştuk, daha sonraki perşembe eski çalıştığım işyerime Süt Endüstrisi Kurumuna gittim... İlk girişte Güneşköylü süt üreticilerini gördüm sanki halen orda çalışırmışım gibi, personel dâhil bütün problemleri dile getirip eski günlerin hasretini kısıtlı zaman dilimi içine yaydık... Oradaki üreticilerin ve süt nakliyecilerinin çocuklarının da Çanakkale gezisine katıldıklarını, çocuklarının bu gezilerden çok memnun kaldıklarını, memlekette çıkarılan yaygaraların boşuna olduğunu alenen söylerken,öyle söyledikleri gibi olsa çocuklarımız bize söylerdi dediler... O günkü konuşmalarımız Akıncılar köyüne kadar uzandı, muhtara Barbaros'a selamlar gönderildi, yine Perşembe günü bu sefer çok uzun yıllar öncesinin dostluğu çerçevesinde uzun süre görmediğim Sevgili Ertan Birinci'yi Genç TV’de ziyaret ettim... Yılların hiç değiştirmediği, girişimde ve yatırımda başarıyı her zaman üzerinde toplayan Ertan Birinci ile çalıştıkça, çalışma isteği veren, çalışma odasında kahvemizi içerken eskiden yeniye, yaşanmışlıkları güncellendik... Çok değerli bir saatimiz dolu dolu geçti... Genç TV'nin emektarı Selver Hanım yıllar öncesinde, bizim, annemin biricik yardımcısı idi, içeriye girdi, kahveyi uzatmadan onu yirmi yıldır görmemiş olmama rağmen hemen tanıdım. Kucaklaştık o bize, annemin, yadigârı idi... Bana ilk sözü yazılarını okuyorum oldu... İşte bu bir çift söz beni, onun gibi okuyucularıma bir kez daha bağladı... Genç TV çıkışında ise arabaya kadar geldi, kucaklaşıp ayrıldık... İnsanlara olan sevginizi hiç bir zaman esirgemeyin size duyulan sevginin de farkında olun diyorum... Pazartesi buluşmak üzere Cuma günün bereketinde ve duasında huzurlu günleriniz olsun derken, yazıma noktayı bu sözle koymak istiyorum 'Başka bir insanın mutluluğu, güvenliği ve gelişimi bizim için kendi mutluluğumuz, güvenliğimiz ve gelişimimiz kadar önemli hale geldiğinde sevgi vardır.' Doğru söz, doğru teşhis...