Ülke gündeminde her konuda konuşanlar vardır... Gündem yaratmada üstlerine akıl tanımayan bu gibi kişilerin acizliği ile bir avuç kişinin kamuoyu yaratma algısı yaratacaklarını sanmaları son derece kötü bir huy... Bu gibi kimseler geçici ve eğlence sandıkları görüşleri ile zararlı söylemlerinin çocukların kalplerinde kötü örnek olduklarının farkında değillerdir...
İnsanımız ne zaman bu hale geldi, ne zaman bu kadar eleştirileri kişiselleştirdiler, anlaşılır gibi değil fakat akli selim insanımızın kendilerine duyduğu tepkinin farkında olmadıkları kesin...
Ülkemiz her bir kimsenin soyunu sopunu, bilenler ile doludur... Bu bilgi birikimi ise ansiklopedi değerindedir... Bazen bir isim aşina gelse dahi anında yedi sülalesi öğrenilendir... Bunları bilmek ise geleceğe ışık tutan olduğu kadar, bu gününde tarifi ile örtüşmektedir... Bir bakıyorsunuz kendilerine has yazılımı olanları da gerek sosyal medyada gerekse gazete köşelerinde görebiliyoruz... Hâlbuki yazılımları ile prim yapmak da okunurluk da kişinin karakteridir, kişinin akil üslubu olması gerekendir... Daha ziyade kazanım ve okunur olmanın edebi bu olmalıdır... Bu kural dışı yazılımlar ise kişilerin kendi şahsiyetlerinin teşhiridir...
Gelelim hikâyemize… Her gittiği yerde el üstünde tutulan Abdal Musa Akdağların Fethiye yüzündeki köye gelmiş. Diğer köylerde olduğu gibi burada yaşayanlar tarafından da büyük itibar görmüş, Abdal Musa da bu köylüleri çok sevmiş. Gözlerinin tokluğunu, almadan vermesini bilen konukseverliklerini pek beğenmiş. . Köyden ayrılıp kendi köyüne dönme zamanı yaklaştığında onlara; Söyleyin bakalım bir eksiğiniz, isteğiniz var mı?” Köylüler Abdal Musa’nın bu övgü dolu sözlerine çok sevinmişler. Kendisine teşekkür etmişler. Hep bir ağızdan;“-Sağ olasın Efendi hazretleri, sayenizde hiçbir eksiğimiz yoktur. Sağlığına duacıyız” demişler. Her şeyimiz var, var olmasına da, sulama suyumuz yok ya Efendi hazretleri. Malımız, davarımız, ekinlerimiz, ağaçlarımız susuzluktan kırılıyor. Ekinlerimiz evinsiz oluyor” demişler. Abdal Musa’nın yüzü bulutlanmış, aslında bu kadar büyük talep beklemiyormuş.” “İyi de” demiş Abdal Musa: “Sizler bu güzellikler, güzel davranışlarla birlikte bol suya kavuşursanız, çok zengin olursunuz. Cebiniz para bulunca Allah’a asi olursunuz, yabancı bir konuk gelince ağırlamazsınız. Suyumuz bol olur da bağ bahçe sahibi ve zengin olursak gelenlere daha iyi bakarız. Yeter ki suyumuz olsun” demişler. Abdal Musa ağır ağır yerinden kalkmış. Dualar okuyarak yürümüş. Asası elinde bir müddet yürüdükten sonra bir kayanın önüne gelmiş, yine bir zaman elleri havada dua ettikten sonra “Ya Allah!” Diyerek elindeki asasını kılıç gibi kayanın böğrüne saplamış. Köylülerin şaşkın bakışları arasında kayada açılan yarıktan buz gibi sular akmaya başlamış. Bu suyun ilk çıktığı yer kendiliğinden genişlemiş, bir çay halini almış. Suyun çıkmasıyla birlikte köyün çehresi değişmiş. Bağlar, bahçeler yeşillenmiş, tarlaların verimi artmış. Köylüler birkaç yıl içinde zengin olmuşlar. Aradan epey zaman geçmiş. Abdal Musa’nın yolu köye düşmüş. Köydeki gözle görülür değişikliği hemen fark etmiş. . Halk büyük bir koşuşturma içindeymiş. Kimse onun geldiğinin farkında bile değilmiş. Köylünün birinden yiyecek ekmek istemiş, “Allah rızası için bir parça ekmek verin” demiş. Dinleyen bile olmamış, üstelik bir de azar işitmiş: -“Haydi yoluna, hangi yüzle yiyecek istiyorsun. Benimle tarlada, bahçede, harmanda çalıştın mı? ”Kendi ağzıyla ekmek istediği halde köylülerden ekmek alamayan Abdal Musa çok üzülmüş. Daha önce bu köylülere su vermesi için Allah’a yalvardığına bin pişman olmuş. Yine ellerini havaya açarak yüksek sesle şöyle dua etmiş: Ey Allah’ım! Bu nankör insanlar, senin verdiğin nimetin değerini bilemediler. Varlık sahibi oldular ama zenginliğin gereğini yerine getirmediler. Gururlandılar, kibirlendiler. Tanrı misafirini aç koydular, var iken vermediler. Onlara armağan olarak verdiğin güzel suyu muhanet kıl, onlara yarayacağı zaman hiç akmasın. Kış mevsimi geldiğinde de bulanık aksın diye dua etmiş... Gürül gürül akan su, o dakikada kesilivermiş. Köylüler işin farkına varmışlar, pişman olmuşlar. İş işten geçmiştir... Böylelikle bu anlatım, Allah nezdinde kabul görmeyen davranışa ibret verici bir efsane olmuştur... Her yaz on binlerce kişinin ziyaret ettiği Saklıkent kanyonundan akan sular: “Yaz ortalarında birden bulanır ve birkaç gün bulanık akar” ve bu efsane dilden dile dolaşır durur... Efsaneler bazı hakikatlere ışık tutandır, bu hakikatler ise bakacağınız ve göz göze geleceğiniz insanların varlığındaki yeriniz olacaktır... Unutulmaması gereken varlıkta ve yoklukta birlikteliktir... Ne demişler 'Bakacağın yüze, utanacağın söz söyleme' hepimiz için geçerli bir söz... Dikkat edilmesi ise şahsiyet meselesi...