Amerikan Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland’ın geçtiğimiz günlerde, üstelik Yunanistan’da ve sonra Kıbrıs Rum kesiminde ısrarla vurguladığı “EastMed boru hattı çok pahalı, ekonomik olarak uygun değil” sözleri değişik değerlendirmelere neden oldu: Bir yandan ABD ile Türkiye arasında “stratejik işbirliği” dönemine bir dönüş olduğu, Türkiye’nin değerinin anlaşıldığı, diğer yandan da özelde Rusya’nın Ukrayna saldırganlığı sonrasında özelde Amerikan, genelde Batı dünyası çıkarları için Türkiye ile ilişkilerin en azından güvenlik boyutunda düzeltilmesinin gerekli hale geldiği şeklinde. Belki “Yumurta tavuk hikayesi” gibi denilecektir, ancak durum tam da öyle değil.
Öncelikle ABD’nin Türkiye’ye yönelik söylemlerindeki değişim Rusya’nın Ukrayna işgali öncesinde ancak tansiyonun tırmandığı aşamada gelişti. “Stratejik işbirliği mekanizmasının yürürlüğe konduğu” söylemi ABD tarafından tekrar kullanılması 4 Nisan 2022 tarihinde olsa da, Ekim ayından bu yana iki ülke arasında bu konuda temaslar, özellikle Türkiye tarafından talepler söz konusuydu.
Ukrayna 2014 “turuncu devrimi” mimarı
Nuland gerçekten ilişkileri “tamir edecek” siyasi mühendis midir? Onu zaman gösterecek ancak geçmişinde yoğun Türk düşmanlığı performansı görülen, Kıbrıs konusunda özellikle Rum tarafı ile aynı sepette görünen bu Amerikalı diplomatın, Rusya’nın “darbe” olarak tanımladığı, Ukrayna 2014 “turuncu devriminin” de mimarlarından olduğunu unutmamak gerekir. Kırım’ın işgali ve tek yanlı ilhakı, Donbas başkaldırısı, Rus işgali hep 2014’deki Ukrayna-Rusya kırılması, ya da Rusya ve ABD’nin Ukrayna üzerindeki bilek güreşinin sonuçları değil mi?
Yine de, Nuland Ankara’da “stratejik müttefik” söyleminde, Atina’da ““EastMed boru hattı çok pahalı, ekonomik olarak uygun değil. LNG gerekli. Zaman yok. Kuzey Avrupa’nın enerji ihtiyacı için Doğu Akdeniz bir enerji merkezi olmalı; Türkiye, İsrail, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs enerjide ortak olmalılar” derken tabii ki hem Türk tezlerine destek verir gibi görünüyor, hem de Kıbrıs Rum lideri Nikos Anastasiades’in “Çözüm LNG” söylemini savunuyor.
Türkiye’nin de dahil olmadığı bir Doğu Akdeniz enerji platformunun dünyaya herhangi bir enerji kaynağı sağlaması Washington tarafından imkansız görüldüğü; Doğu Akdeniz’de Türkiye’siz hiçbir şey yapılamayacağının ABD yönetiminin de farkında olduğu bu açıklamalardan ortaya çıkıyor. Bu açıdan bu açıklamalar güçlü ve “yol belirleyici” olarak kabul edilmeli.
Bir arkadaş “Yeni bir Annan Planı mı geliyor?” diye sordu özel görüşmemizde. Her ne kadar Türkiye’nin “evet” dememesi durumunda mevcut KKTC hükümetinin ve cumhurbaşkanının böyle bir sürece girmeleri mümkün görülmese de, diplomaside her şey mümkündür. Annan Planı kamuoyuna ulaşmadan önce iki yıl mutfak çalışması yapılmıştı. Yeni bir süreç olacak ise, o kadar vakit yok. Her şeyden önce Türkiye seçim yılına giriyor. Seçimde avantaj sağlayacak bir gelişme olacak ise, “ön oyun” olabildiğince kısa sürmeli, “aksiyon” bir an önce başlamalı.
Ne gibi aksiyon? Türk limanlarının Rum gemilerine de açılması dahil bir küçük anlaşmalar paketleri yakında piyasaya düşerse benim açımdan şaşkınlık yaratmayacaktır. Gerek bölge devletlerinin Doğu Akdeniz’de “ortaklığı” gerekse kaynaklarını “hızla, en ucuz şekilde” ve tercihan LNG olarak Kuzey Avrupa pazarlarına ulaştırılacak ve %42’ye varan Rusya bağımlılığı azaltılacak ise tan ker gemileri ve mevcut boru hatları kullanılmak zorunda değil midir? Boru hatları Türkiye’de ve tanker gemilerin çoğunluğu Kıbrıs Rum bandralı ise Kıbrıs’ta güven artırıcı önlemler Maraş, Ercan, Gazimağusa limanı ile sınırlı olabilir mi?
Dil “sürçmesi”
Yine de “dil sürçmesi” olsa da Anastasiades görüşmesinden çıkarken “Şimdi Cumhurbaşkanı Tatar ile sohbete gidiyorum” demese iyiymiş, Rumlar ayağa kalktı. Gerçi “Yanlış demişim, biz Kıbrıs Türk liderine sadece ‘sayın’ diye hitap ediyoruz” dese de, diplomaside bu yaptığına kabaca “Kızım sana söylüyorum, gelin sen anla” ya da “aba alt9ından sopa gösterme” olarak yorumlanır.,
Tabii ki ABD’nin Kıbrıs siyasetini değiştirdiği, KKTC’yi tanıyacağı falan yok. Bazı aklı evveller şimdi bu laftan hareketle Rusya’dan sonra ABD de Kuzey Kıbrıs’ı tanıyacak diyebilirler. Saçmalamak yasak değil. Elbette Rusya ciddi diplomatik yalnızlık içerisinde, KKTC’yi de fiyatı ödenir ise elbette tanıyabilir, ama KKTC’yi tanımasının faturasını maalesef Türkiye ödeyemez. Anlayan, anlamıştır… Gerisi boş laftır.
Bu flört niye?
Doğru teşhis, tedavinin başarısının anahtarıdır. Teşhisimizi doğru yapalım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yönetimindeki Türkiye ile Batı dünyası arasında zamanla tükenen ve artık “yoksunluk” aşamasına gelmiş bir güven bunalımı var. Bu durum hangi gün başladı belki tanımlamak zor, ancak “One minute” diye Davos’ta dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e müdahale de, Washington büyükelçiliğimiz önünde göstericilere kaba kuvvet kullanılmasının emredilmesi de gösterilebilir. Belki bugün artık Halk Bank davası olarak adlandırılan ciddi sıkıntılı İran yaptırımlarının ihlal edilmesi işgüzarlığı da elbette önemli bir rol oynamıştır Batılıların deyimiyle “Frenemies” yani “Dost-düşman” haline gelmemize.
Ama herhalde bütün uyarılara rağmen ve üstelik NATO savunma sistemine entegre edilmesine izin verişmeyeceği belli olan Rusya’dan S-400 hava savunma sisteminin alınması bardağı taşıran damla olmuştur. Nitekim F-35 projesinden dışlanması, parası verilen uçakların bile teslim edilmemesi, dünya kadar Türk şirketinin bu ortak üretimden atılmaları çok önemli yaralar açan gelişmeler olmuştur.
Türkiye aşkı mı, zafiyet giderme mi?
Şimdi Türkiye’ye yeni nesil F-16 savaş uçakları verilmesi gündeme gelmişse bunun sebebi Türkiye aşkı mı, yoksa müttefik savunmasında Türkiye hava gücünün zayıflamasının yaratabileceği zafiyet mi? Ukrayna savaşının sona erdirilmesinde Türkiye’nin oynadığı öncelik alıcı diplomatik hareketler her ne kadar Erdoğan ve AKP karşıtları tarafından Türkiye’de pek takdir edilmese de, üçüncü dünya savaşının engellenmesine önem veren başta ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri ile İngiltere tarafından büyük takdirle karşılanmış, umut bağlanmıştır.
“No onsun, ne donsun” mantalitesinin güncel bir tezahürü olarak ortağı olduğu ve 1.4 milyar dolar ödediği F-35 projesinden atılan Türkiye’nin en azından yeni F-16’lar ve mevcutların güncellenmesi paketiyle (toplam 10 milyar dolarlık bir proje) hava gücünü güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye insansız hava aracı, geliştirilen kısa ve orta menzilli füze sistemleriyle kendi savunma ihtiyaçlarını önemli oranda sağlasa da, savaş uçağı açığı da ciddi bir sorundu. Umarım Kongre de onay verir ve bu zafiyet giderilir.
Yeni dünya düzeni ihtiyacı
Ukrayna’da devam eden ve ciddi savaş suçları işlenen savaş Rusya’yı ve Putin’i (bu arada sağ kalan komutanları) belki bir gün Uluslararası Adalet Divanı önüne çıkarabilir. O savaşın sonucuna, varılacak barış anlaşmasına veya zaferin kimin olacağına bağlı bir durum.
Ancak kesin olan ve savaşın da esas sebebi olan bir başka mesele var. Gerek Rusya, gerekse de ABD açısından “Ukrayna gambiti” konusunu, yani “oyun açılımını” daha önceki yazılarımda incelemiştim. ABD açısından Rusya’nın “kontrol altında bir dev” haline getirmek ne kadar önemli, ise, Rusya açısından da Soğuk Savaşın bitmesinden bu yana hızla yayılan ABD-NATO etki alanı haddinden fazla genişlemiş ve Moskova’ya tehdit oluşturmaya başlamıştır. Yeni bir Yalta düzeni oluşturmanın zamanı çoktan gelmiştir.
Ukrayna savaşında bir ateşkes sağlanması durumunda, eğer bu yönde bir ilerleme sağlanmaz ve karşılıklı restleşmeler devam ederse korkarım Ukrayna bir bölgesi bağımsız ve Batı ile entegre, diğer bölgesi Rus peyki olarak esarette, adeta yeni bir Kore olacak.