“Bağımlı toplum olmak nedir, nasıl bir şeydir?” diye bir soru yöneltse birileri size, nasıl bir cevap verirsiniz?
Zor iştir birine, birilerine bağımlı olmak. Ekonomik açıdan, mali olarak, güvenlik boyutuyla, yalnızlık dolayısıyla ya da dünyadan koparılmış olmak ve başka çare bulunamadığından; sebep ne olursa olsun, zor iştir bağımlı olmak.
Kimler nasıl göreve geldi, nasıl görevden gitti? Yumun gözlerinizi bir düşünün. Necati Özkan’ı kaç kişi hatırlıyor? Ahmet Mithat Berberoğlu 1973 seçimlerinde nasıl kaybetti? Ya da Dr. Fazıl Küçük aktif siyaseti nasıl bıraktı? Çoğu kişi hatırlıyordur KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın neden 2005 seçimlerinde aday olmamaya karar verdiğini. Mustafa Akıncı nasıl kaybetti, Ersin Tatar nasıl seçildi, ayrı bir tartışma konusu.
Hatırlıyor musunuz Ulusal Birlik Partisinin (UBP) yarım kalan kongresini? Niye ikinci tur yapılmadı ve parti kongresi aylarca ertelendi? Kim, kime itiraz ediyordu? Hangi planlar bozulacaktı o kongre toplansa ve mesela bir yıl sonra %65 ile seçilen Faiz Sucuoğlu o parti kongresinde ipi göğüslese lider olsaydı?
Kaç kişi farkında bilemiyorum. O iptal edilen kongreden haftalar önce lider adaylarından birisi Ankara kapılarını çalmış durmuş, alt düzey bir danışmandan başka kimseyle Külliye’nin kapıları açılmamıştı ona. O danışman da iyi fırça yemişti sormadan niye görüştü o lider adayıyla.
Sahi, niye öyle olmuştu? Niye öyle bir alerji vardı o lider adayına karşı? “İşe yaramaz adam. Sözüne güvenilmez. Herkese gülücük dağıtıyor” gibi bir algı vardı Ankara’nın egemenleri arasında onunla ilgili olarak. Tıpkı Kudret Özersay’la ilgili olarak cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde “Gayet iyi ve donanımlı ama dediğimizi yapmaz, sorun çıkarır” değerlendirmesiyle desteklenmemesi gibi bir hava vardı o politikacıyla alakalı olarak da.
Elbette Türkiye’nin desteği olmadan Kıbrıs Türk mücadelesinde bir arpa boyu yol bile alınamaz, yok olunur, biterdi adadaki Türk varlığı. 1974 olmasaydı, sonuç ne olurdu? Düşünmek bile acı verici. Türkiye’ye, 1955’ten bu yana sağladığı mali, askeri, siyasi desteğe elbette şükran duymak gerekli. Rahmetli Denktaş ne derdi kendisine “KKTC’yi bir tek Türkiye tanıyor” diyenlere? “Dünya tanısa ama Türkiye tanısa Kıbrıs Türkü ne olurdu? Varsın dünya tanımasın Türkiye’nin tanıması yeter.” Ancak Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikayesini de her gün hatırlatmamak lazım bir topluma. Hayır, “Sizi biz kurtardık” terbiyesizliği değil bahsettiğim.
On yıllardır dünyanın KKTC’yi “Türkiye’nin alt yönetimi” olarak görmesinden hep rahatsız olmadı mı gerek Türkiye gerek Kıbrıs Türk hükümetleri?
Başbakan ve UBP lideri Faiz Sucuoğlu ile birkaç telefon görüşmesi haricinde bir iletişimim olmadı şimdiye kadar. Gerçekten “herkese gülücük dağıtan” ve “güvenilmez” birisi mi? Doğrusu bilemem. Öyle bir iddiaya nasıl sahip olmuş birileri, onu da bilemem. Ama o da normal belki. Nihayette düşünce, değerlendirme özgürlüğü olmalı. Herkes istediğini düşünebilir. Ancak, hangi düşünceyle iki minnacık partiyi manivela olarak kullanıp imzalanmış protokolün bazı maddelerinin hükümetin ilk 100 gününde yerine getirileceği gibi bir ilave şartname talep edilir? İlla patron Ankara’da atanmış bir Külliye elemanı mı olmak zorunda?
Seçilmiş parti başkanı nasıl bypass edilip, bir milletvekiline hükümet kurma görevi vermek düşünülebilir?
Bırakın siyasetçi sorumluluğunu, onurunu, ben bir Kıbrıslı gazeteci olarak yazmaktan utanıyorum düşülen pespaye vaziyeti. Ankara’daki her şeye muktedirler bu kadar ceberrut düzenleme yapacak seviyeye gelmişlerse, KKTC’deki tüm yönetim koltuklarda oturanlar bir daha düşünmeli niye oradadırlar.
Tabii muhalefet de “Ne Faiz’le, ne Faiz’siz” gibi saçmalıkları bir tarafa bırakmalı, gerek içeride, gerekse Ankara’daki hadsizlere cevabın birinci maddesi olacağı bir protokol ile geniş tabanlı bir mutabakat hükümeti kurmak oluşturulmalıdır. Kendi ayaklarına durması için KKTC’nin alması gereken acil ve acı tedbirler, adada çözüme yönelik en azından ortam hazırlayan güven artırıcı önlemler gibi adımlar için geniş tabanlı bir hükümet şarttır.
Asla unutulmamalıdır ki Kıbrıs meselesi bir ulusal davadır.