Her yıl toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu adeta sirk gibi bir görev görüyor. Tek ve önemli farkla. Sirklerde seyirciler bilet alır, yerlerine oturur, çeşitli hünerleri olan insanlar ve hayvanlar onlara eğlenceli bir zaman dilimi yaşatır. BM Genel Kurulunda ise kalabalık heyetler halinde ülke ekipleri gelir, bazı liderler diğerlerinden daha şanslıdır kürsüye çıkar, çeşitli temaslarda bulunur, kendini, iktidarının uyguladığı politikaları, dünya sorunlarıyla ilgili görüşlerini anlatır, onaylasa da onaylamasa da, istese de istemese de halk eve belki ekmek alma gücü kalmasa da o kalabalık heyetlerin seyahat, konaklama, hatta hediye paralarını bile kuzu gibi öder.
Kruşçev’in ayakkabı müdahalesi
Ama arada bir de olsa sirkleri aratmayan anlamlı ve güzel sahnelere de ev sahipliği yapar BM Genel Kurulu. Bunlardan en akla geleni 12 Ekim 1960’da yaşandı. O dönemim Sovyet Rusya lideri Nikita Kruşçev siyaset tarihine de geçen bir olaya imza attı. Maalesef BM’de bir daha böyle bir olay yaşanmadı. O günkü oturuma Kruşçev tüm kolonilere bağımsızlık verilmesi için bir önerge sunmuştu. SSCB’nin böyle bir öneride bulunacağı bilindiği için, ABD ve Batılı müttefikleri, Filipin delegesine 'kolonilerde gelişen hayat' konulu bir konuşma hazırlatmıştı. Kruşçev, Filipinler elçisinin konuyu sulandırdığını hissederek ilk önce kol saatini kürsüye vurarak söz alma girişiminde bulundu. Ancak olmadı. Sinirlenen Kruşçev bir anda ayağındaki ayakkabıyı çıkartarak ökçesiyle masaya vurmaya başladı. O tarihi fotoğrafı gözlerinizde canlandırın. Çıkan ses öylesine şiddetliydi ki, oturum başkanı elçinin konuşmasını keserek sözü Kruşçev’e vermek zorunda kaldı.
Tatar’ı kimse duyamayacak mı?
Doğal olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne Kruşçev gibi “ayakkabı şov” yapmasını, ne de başka bir dünya ülkesinin Filipin delegesinin o gün yaptığı gibi “sahipleri” adına emperyalizm güzellemesi yapmasını beklememekle beraber, en azından birer paragrafla Türkiye ve Kıbrıs Rum ve Yunanistan liderlerinin karşılıklı atışmalarda bulunmasını beklemek herhalde aşırılık olmayacaktır. Maalesef Cumhurbaşkanı Ersin Tatar bu münazarada resmen olamayacaktır. Malum, KKTC tanınmamaktadır ve BM Genel Kurulunda söz alması mümkün değildir Kıbrıs Türk seçilmiş liderinin.
Bazı hadsizler “Söz alabilse ne diyecek ki?” falan çıkışı yapabilirler. İç kavgalarımız ne olursa olsun Tatar Kıbrıs Türk seçilmiş lideridir ve o sıfatla en sağdan en sola, en cumhuriyetçi yada federalistten iki devletli çözüm savunucusuna ve hatta en uçtaki tam bağımsız Kıbrıs Türk devleti savunucusuna tüm Kıbrıs Türkünü temsil eder.
Neyse ki ikili bazı alt düzey görüşmeler, olur ya gerçekleşirse BM Genel Sekreteri ile bir temas ve belki ne gündeminde anlaşılır ise bir BM Genel sekreteri ve Rum lideri Nikos Hristodulidis ile birlikte üçlü görüşme belki New York faturasının boşa gitmemesini sağlayacaktır.
Anahtar Erdoğan’da
Kim ne derse desin, Kıbrıs sorununda bir sonraki adımın ne olacağı sorusunun cevabını belki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurulunda yapacağı konuşmada alabileceğiz.
Gerek Ukrayna savaşı, büyüyen göç tehdidi ve özellikle 6 Şubat depremi sonrasında iyice zorlaşan Türkiye’nin mülteci konusuyla imtihanı aynı zamanda da Batı dünyasının korkulu rüyalarını oluşturmakta. Her ne kadar Kıbrıs ve Yunanistan başta olmak üzere Batı’nın Türkiye ile coğrafi-siyasi ve ifade ve basın özgürlüğü, azınlıklar, insan hakları gibi siyasi-kültürel farklılıkları artarak devam etse de, Türkiye’yi tümden kaybetmenin faturasının da Batı dünyası için kaldırılabilecek boyutların çok ilerisinde olduğu görülmekte ve kabul edilmektedir. Büyük Birlik Partisi liderinin Avrupa Birliği üyeliği sürecini tümden kapatalım önerisi deyim yerindeyse iktidardaki koalisyonun küçük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin tetiğini çektiği anlamlı ancak boş bir işaret fişeğidir.
Bu günlerde, alışageldiğimiz “Ne Türkiye AB’siz ne Batı Türkiye’siz olmaz” klişesi teste tutulmuş gibidir. Bu testin anahtarı da Erdoğan’ın ellerindedir.
Aşamalı çözüm
Oldukça uzun zamandır resmi konuşmalarda “ille de federasyon, başka çözüm yok” falan dense de diplomatik çevrelerde adadaki durumun ne federasyon, ne iki devletli çözümle bu aşamada çözülemeyeceği giderek yaygın şekilde dillendirilmekte. Her ne kadar sığlık nedeniyle Pile çözüm çabası şimdilik patinaja devam etse de o kriz bir kez daha gösterdi ki adada siyasi krizin yanı sıra büyük insani sıkıntılar da yaşanmakta. Bütünlüklü çözüm ısrarıyla bu insani sorunlar hep ötelenmekte, birikmesine neden olunmaktadır. Halbuki insani sorunlardan başlayarak kompartmanlaştırarak ya da paket çözüm şeklinde konuya yaklaşılsa, çözülen her insani sorun bir sonraki ve belki daha büyük bir sorunun çözülmesine vesile olabilir. Paylaşma arttıkça da tartışma, sorun, hatta çatışma daha masraflı, uzlaşma ve paylaşma daha avantajlı hale gelebilir.
Hristodulidis ifşa etti
Kıbrıs’ta bir Türk kanalına verdiği mülakat ile Kıbrıs Rum lideri Hristodulidis bir kez daha Rumlarla niye federal çözümün mümkün olmayacağını sergiledi. Tıpkı Tasos Papadopoulos ya da Spiros Kiprianou gibi Hristodulidis de Kıbrıs Türkünün sadece Rum devletine dönüştürülen Kıbrıs Cumhuriyetine yama yapılarak, bazı haklar verilerek zamanla eriyip yok olması, yani “osmosis” zihniyetini anlattı.
Hristodulidis izlendiğinde varılabilecek sonuç iki bölgeli, iki toplumlu ama tekil yönetimli bir federasyonun imkansız olduğu, aynı şekilde Rumların rızası olmadığı sürece iki devletli çözüm de olamayacağı, bu durumda tek seçeneğin belki ileride, yeterli yakınlaşmalar sağlanır ise iki ada devletinin konfederasyonu olabileceği…
Tatar ne dedi Ercan’da New York seyahatine çıkarken? “KKTC'nin otoritesine saygı gösterilmediği bir düzende Kıbrıs meselesine çözüm bulmak mümkün değildir. Evet, iletişimden, diyalogdan yanayız. Koyduğumuz ilkeler çerçevesinde uzlaşı zemini olabilmesi için ciddi arayış içindeyiz ama KKTC'nin, gerçek olduğu kabul edilmelidir. Biz New York'taki farklı platformlarda bunu anlatacağız. Halkımızın hak ve menfaatlerini herkesle paylaşmak için orada olacağız.”
Aynı görüşteyim…