Dr. Emel Sakınç Çağlar’ın, facebook sayfasındaki paylaşımından alınmıştır.
Bir arkadaşım anlatmıştı; savaşın, yüreğinin yarısını koparıp yalnızca atacak kadarını bıraktığı babaannesi, sorulduğunda, o günlere dair birşeyler anlatacak
diye merakla beklerlerken uzun uzun susar ve dermiş ki, harp anlatılmaz, dinleyende kin yapar.
Şimdi ben bu öyküleri okudum ya, ister öfke deyin ister delilik, ne olduğunu ben de tam olarak tarif edemedim, öyle bir şey hissettiğim. Öykülerin birinde, başlayıp okurken devamını getiremedim, yazarın dediği gibi, bu felaketin ardında bıraktığı acıyı yaşayanlar da ölmüş ama gömülmemiş olmalılar.
Zeynep Yenen, Elimi Bırakma kitabında, Altı Şubat 2023'te gerçekleşen depremlerin ardından yazdığı, her biri tek tek bir 'elimi bırakma' çığlığı olan öykülerini, bir daha yaşanmaması dileğiyle paylaşmış.
Yazarın da bir öyküsüne alıntıladığı, bundan ikibin yıl önce, aynı yerde yaşanan ve yüz binlerce kişinin öldüğü depremi, Hadrianus'un Anıları kitabında anlatmış bir başka yazar Margaret Yourcenar. (Antakya'da, MS 115'te ikiyüzaltmışbin kişinin öldüğü bir deprem bu, Hadrianus, tarihin Roma İmparatoru)
Aynı yerde günümüzden yüzyıl sonra, bu kez nihayet Kant'ın sözüne kulak verip aklını ve ürettiği teknolojiyi kullanabilen insanların kurduğu bir şehirde meydana gelen, kimsenin burnunun bile kanamadığı depremin ardından bir baba oğul sohbet ediyor son öyküde;
'-Buraya neden Medeniyetler Beşiği dendiğini biliyor musun baba ?
-Pek çok medeniyetin doğup büyüdüğü yer olduğu için olabilir mi acaba ?
-Sadece onun için değil bence, hem medeniyetlerin doğduğu yer hem de çağlar boyunca beşik gibi sallanan bir bölge olduğu için denildiğini düşünüyorum.'
Zeynep Yenen kitabının kapağına yazmış, yazmak istemediğim öyküler diye. Ben de okumak istemezdim. İnsan ne zavallı, ne çaresiz, ne naçar. Mangallardan uçuşan küller kaplıyor oysa üzerimizi. Ha bir de kötülük. İnsan binbir düşünceyi aynı anda geçirebilir aklından. Çoğu, aynı anda birbirinin zıttı da olabilir üstelik. Yaşam, şanslıysak işte, doğarken bize nefes alabilmeyi vaad ediyor sadece, gerisi insanın insana ettiği.
Kitapta her bir öykü, bir 'elimi bırakma' çığlığı. Söz uçar yazı kalır, yazılsın unutulmasın elbette diyorsunuz lakin ne acı, ne anlamsız, yazarın başka bir öyküde anlattığı, denizi doldurup üzerine inşa edilen, depremle de yerle bir olan sayfiye yerinde, su altındaki insan iskeleti Carpe Diem yakıştırması yapılan Antakya mozaiğini çağrıştırmıyor artık bize. Unutuluyor demek ki herşey.
Olacağından yüzde yüz emin olunan bir depremde bu acılar tekrar yaşanmasın diye ne yapılıyor ki bugün ?
Dilerim ki hiçbir yazar yazmasın bir daha yazmayı hiç istemediklerini.