Bugün çok farklı bir konuya değinmek istiyorum..
Eskiden insanımız büyük bir sevgi ve saygı ile birbirlerine yaklaşırdı. Sinema kültüründe gerçek sevgilere değer verilir, örnek teşkil ederdi. Bir çift davul zurna ile ‘Dünya Evi’ ne girer, aşkları sonsuza kadar sürerdi. Bir bebek doğduğu zaman dört elle sarılır, topluma faydalı bir evlat yetiştirilirdi.
Dairelerde çalışan memurumuz giyim ve tavırları ile örnek memurlardı. ‘İşi asma’ diye bir düşünceleri yoktu.
Öğretmenlerimiz bir başka eğitirdi öğrencilerini. Aslında eğitimin ‘ana rahminden’ başladığı fenomeni hâkimdi o zamanlar. Sonra anne, sonra baba, daha sonra ilk okul deneyimleriyle başlayan eğitim öğretim serüveni..
Polislerimiz ne yazık ki istediklerine ceza veriyorlar, istemediklerine refah sağlıyorlar. İnsanların sicillerine bakmadan, kariyerlerini düşünmeden cezalandırıyor ve ‘yürümeden emekleyeme çalışan çocuktu’ andırıyorlar insana..
Aile içi şiddet, savunmasız çocuklara atılan dayaklar, yapılan hakaretler.. Ya tacizlere ve ardı arkası kesilmeyen tecavüz haberlerine ne demeli? Hem de kanından canından kimseler tarafından, en yakınları tarafından! Dünyaya getirilen o çocuk en iyi şekilde yetişme hakkına sahip değil mi?
Zavallı hayvanlara acımasızca yapılan eziyetler..
Yok edilen ağaçlar, kirletilen çevre..
Uluorta yüksek sesle yapılan konuşmalar. Konusunu düşünmeden yapılan kavgalar, aldatılan eşler, sevgililer.
Kullanılan arkadaşlıklar.
Bütün bunlara ne demeli?
***
Aslında televizyonlarımızı açtığımız zamanlarda, hani kutsal denecek kadar önemli meclisimizde çok şık giyimli milletvekillerimiz.
Rengârenk kravatlarla tıpkı çiçek bahçesi gibi karşımızda duruyorlar.
O meclise girmeden önce ‘Bin bir!’ vaatler veren,
Onunla birlikte ‘halkın refahı ve onuru için’ edilen yeminler. Hani yemin önemlidir, yalana yemin vermek günahtır! Çarpılır.
Kim günahkârlığı takar ki. Ki niye taksın ki kendine bir fiş daha takmakla meşgulken..
***
Sağ olsun büyüklerimiz, o kadar örneklerdir ki..
Saygı sevgi nedir bilmezler. Kavgaya teşvik eder, insanımızı, ‘dinlemeden konuşmaya’ ve ‘anlamadan yargılamaya’ teşvik içerisindedirler.
Düşünüyorum da! Kutsal bir görevi üstlenen büyüklerimiz böyle yaparlarsa geleceğin gençleri kavga gürültü çıkartmaktan başka ne öğrenecekler! Sorarım?
Kendi kendime bütün bu şiddetler, kavgalar, kullanmalar, çirkinliklerin hepsinin büyüklerimizin neden olduğunu düşünüyorum.
Oysa ki hayat o kadar kısadır ki..
Küçücük olaylardan ders alarak bütün bu çirkinliklere son vermemiz gerekir..
Bu dünya kimseye kalmadı kalmayacaktır.. Bu dünyada hiçbirimiz kalıcı değiliz.
Şu kısacık süreçte sevgiyle, sayıyla, art düşünce olmadan, insanlığı kullanmadan, aldatmadan, kavgasız bir dünyada küçük eylerden mutlu olmayı öğrenebiliriz..
Nice nice zor durumda olan insanlığı.. Düşünürsek gözleri görmeyen, kolsuz, bacaksız nice savaşlar veren insanlığı.
Özürünü sakınmadan çabalayan savaş veren inanlığı.. Nice ödüllere sahip olan, başarıları olan insanlığı düşünürsek! Onurlanır, silkiniriz! Duygularınır, gururlanırız.. şevklerinizi.
Sağlıklı, ayakları üzerinde durabilen, herşeyin tadını eksiksiz yaşayabilen diğer insalığı düşündüğümüz zaman ise nereye gittiğimizi merak eder, karamsarlıktan içimize kapanırız!
Bir gelişme olmadığını her gördüğümüzde canımız yanar, içimiz acır..
Kaybettğimiz gençliğimizle başbaşa kalır, şiddet içinde yaşamaya mahkum oluruz!
Uyanın!
Biz bu dünyanı güzelleştirmek, hayatımızı yaşamak için varız. Problem yaratmak ve bu problemin bizi yiyip kemirmesine izin vermemliyiz.
Dünya üzerinde mutlu ve herşeyi herkesi seven bireyler olmalıyız.. bu hayatın, kısacık hayatın tadını çıkartmalıyız!
Herkesi ve herşeyi sevmeyi öğrenelim!
Önce;
kendimizden başlayalım..
Sizi seviyorum.