Öyle bir anne ki hiç çocuk olmadı. Kıbrıs insanının şanssızlığıdır bu durum. Savaşlar, göçler, ölümler, yokluklar, yitirilen değerler... Savaşın içinde doğan bir çocuk; o çocuğun aç, susuz kaldığı, yalınayak yürüdüğü günler oldu. Göçlerin sonucunda yaşadığı barakada yağmurun yağışı, kışın soğuğu yüzünü okşarcasına ki hali silah seslerinin altında küçücük bir lamba ışığında canından çok sevdiği okuluna gidebilmek, öğretmeninin verdiği ödevlerini yapabilmek için çalıştı durdu. Zaman zaman çok yakınına düşen kurşunlardan korkarak masa, karyola altında saklanması ve bütün bu kötü şartlara rağmen o çocuğun küçücük yüreğinde her şeyi, herkesi kucaklayan kocaman bir sevgi vardı. O çocuğun çok sevdiği bir de kınalı bir
kedisi vardı. Her akşam kedisi ile yatar ve onun miyavlamaları altında uyurdu. Çocuğun oynadığı savaş zamanlarında tek bir oyun vardı o da saklambaçtı. Komşu çocuklarla birlikte silah sesleri altında arada sırada saklambaç oynarlardı. O silah seslerinin ne olduğunu bilmeden sanki hayatın bir parçasıymış gibi oyunlarına devam ederlerdi. Çocuğun babası kahraman bir Mücahit'ti. Çocuk bir başına annesi ile yaşamaya devam ediyordu. Çocuk geleceği hayal bile edemiyor, geçmişini ise büyüklerinden öğrenmeye çalışıyordu. Annesi ve
babasının savaş öncesinde mal varlığı yönünden durumları çok iyiydi. Geçmiş zamanı büyükleri anlatırken gözlerinin dolduğunu hatırlıyor ama bütün bu olumsuzluklara rağmen o yedikleri bir dilim ekmeğe, zeytine ve domatese şükrediyorlardı. Annesi, ailesi aç kalmasın diye küçücük bir bahçe yapmıştı. Barakanın karşısında sebze yetiştiriyordu. Üç, beş tavuğun
yumurtası yetiştirdikleri sebzelerle karınlarını doyurmaya çalışıyorlardı. Annesi o kadar çalışkandı ki o baraka ve etrafını cennete çevirmişti. Düşünebiliyor musunuz? Elektrik yok, su yok iki karyola, bir dolap bir masa, 4-5 sandalye küçücük bir gaz ocağı ile kendi elleriyle yetiştirdiği sebze ve baklagiller ve yaptığı zeytinyağı ile sevdiklerinin karınlarını doyurmaya çalışıyordu. Bu çilekeş bir anne, bu nasıl bir kader... İnsanın değerlerini kaybetmesi malını, mülkünü bırakarak bir barakada kötü şartlar altında hayatını idame etmesi o insan için
resmen bir çöküştür. Bu savaşın acı bir gerçeğidir. Bir yandan sevdiklerinizi, canlarınızı savaşta kaybediyorsunuz aynı zamanda da her şeyinizi kaybediyorsunuz. Bu herkes için çok kötü bir sondur. O küçücük çocuk tüm bu olanlara rağmen hayata sıkı sıkı bağlanmaya çalışıyordu. Çok üzgün bir anne ve babanın çocuğunun göçmen olmayan diğer çocuklar tarafından hor görülerek çocukların alay konusu olması... Hırpalanan, ezilen, dışlanan, hor görülen, ‘siz fakirsiniz, sizin yürekleriniz yok, elbiseleriniz yok defolun’ gibi hakaret içeren sözler işitmeleri onların gururuna dokunuyordu. O küçük çocuk evliliğin ne olduğunu bilmeden evliliği hayal etmeye çalışıyordu. Ah bir evlensem de kurtulsam bu hayattan diye aklından geçiriyordu. Okumayı ben çok seviyorum. Nasıl olsa evlendikten sonra da ben okurum hayalleri kurmaya başladı. Bir gün o çocuk evlendi. Yüreği güzel eğitimli,kültürlü bir
insanla dört elle sarıldılar hayata. Dünya tatlısı iki tane çocukları oldu. Bir çok Kıbrıslı Türk gibi o da bilgi ve kültür seviyesini yükseltti. O çocuk olmayan anne gelişen ailesi ve Kıbrıs toplumu ile her zaman gurur duydu.29 Ekim'lerin tarihlerini,30 Ağustos'ları,20 Temmuz 1974'leri,15 Kasım'ları tek tek inceledi. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti, bıraktığı mirası
Atatürk'le ilgili çıkan kitapları satır satır inceledi. Çekilen sinema, belgesel ne varsa izledi. Kıbrıs'la ilgili atılan adımlar alınan kararlar ne varsa araştırdı. O çocuk olmayan anne hep mutlu olmaya çalıştı. Çünkü geçmişini hiç unutmadı. O yüreği sevgi dolu anne her zaman şükretti. Bu yaşadığı zaman diliminde bu günlere sebep olan o yüce mimarlara yüreği ile teşekkür ediyor, ne büyük bir mutluluktur diyor bu güzel günler. Yapılan hataların ise çözüleceğine inanıyor. Hayaller kurarken bile gözlerinden yaşlar akıyor. Neden ağladığını soruyorum. ‘İnşallah her şey yoluna girecek’ diyor. Tertemiz bir Kıbrıs birbirleriyle kucaklaşan bir toplum, sorumluluklarını bilen aileler, topluma faydalı yetiştirilen evlatlar, bilgi dağarcıklarına sürekli bilgi depolayan insanlar, vatanlarını, topraklarını seven insanlar görüyorum. Evet her şey yoluna girecek diyor yüreği güzel anne. Bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nı geride bıraktık. Bu kadar büyük bir liderin çocukları ve torunları olduğumuz için dünyanın en şanslı insanları bizleriz. Ne mutlu bizlere. Yüce insan Atatürk'ün bizlere bahşettiği Cumhuriyeti yaşatmak bizlerin görevidir. Dünyada eşi benzeri olmayan büyük
insanın sanata ve sanatçıya önem veren alfabeyi öğreten, en güzel giyinen, en güzel dans eden Baş Öğretmen'in kendi insanının değerini bilen disiplinli ordu yetiştiren, sayısız kitap okuyan, dil bilen çocuklara önem veren, köylünün, emekçinin kıymetini bilen, ağaçların faydalarını her platformda vurgulayan merhum Atatürk, annesi Sayın Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım'a dört elle sarılırdı. Aile kavramı yüreğinde inanılmaz boyuttaydı. Yanında çalışanları ile bir lokma ekmeği paylaşırdı. Fikir alışverişinde bulunur son derece saygı duyardı. Yediden yetmişe bizler o denli şanslıyız ki :'İlk hedefimiz Akdeniz ileri!'sözcüğü ile bu günlere geldik. Teşekkürler Mustafa Kemal Atatürk, teşekkürler Türkiye, emeği geçen herkese milyonlarca teşekkür ederek sözlerime Atatürk'ün bu veciz sözü ile son vermek istiyorum. Atatürk derki:'Cumhuriyet daha ölmedi onun için de yeniden doğmaya ihtiyacı yoktur.'Sizleri seviyorum.