Bir Amazon ormanını aratmayan inanılması zor güzelliklerle yüklü bereketli mi bereketli muflonların, tavşanların, sayısız, rengarenk kuşların barındığı bir orman. Yamaçlardan akan pınar suları derelerde sağlı sollu birleşen mis kokulu çiçekler, menekşeler, nergisler, Kıbrıs’a has kokusuna doyamadığımız pespembe güller, öyle bir bitki örtüsü ki anlatmakla olmuyor. Gitmek, görmek yaşamak lazım. Meyve ağaçlarının yetiştirdiği hormonsuz meyveler, alıçlar, cennet hurmaları, elmalar, armutlar, şeftaliler, kayısılar, erikler, kara üzümler, cevizler, bademler, kirazlar, sebzelerin renkliliği laden diplerinde kocaman kocaman kırmızı mantarlar, ayrelliler dört mevsim renk cümbüşü içerisinde dans eden bitki örtüleri, Tanrım o asırlık çınar ağaçları, çam, palamut, karaağaçlar yüzlerce yılı geride bıraktılar. Toprağın bereketi ile dimdik ayaktalar. Rüzgarın her esmesinde dallarını birbirlerine vurarak sanki dünyanın en değerli korosu çığlık çığlığa birbirlerine şarkı söyler gibi dimdik ayakta durmaktalar. Derenin karşı yamacında şirin mi şirin bir köy vardı. Bir zamanlar küçük bir köy ama çok mutlu yaşayan aileler, cıvıl cıvıl çocuklar, kimi evlerinde, kimi lapa lapa yağan karın altında okullarına giden çocuklar, her biri birbirinden zeki çocuklar. İçlerinde öyle bir çocuk vardı ki o çocuk bir başka idi. Elinden sazı hiç mi hiç düşmezdi. Sazın tellerine öyle bir yanık vururdu ki sanki acıların ayrılıkların, istenmeyen göçlerin, savaşların habercisiydi. Yıl 1964,bir gece kara haber kapıyı çaldı. Savaş başladı. Derhal köyü boşaltın yoksa savunmasız olan köy halkı öldürülecek denildi. Alabildiklerini aldılar ve derhal canlarından çok sevdikleri köylerinden ayrıldılar. Komşu köye Günebakan’a derme çatma bir barakaya yerleşti o güzel çocuk. Üç gün sonra köy Rumlar tarafından yakıldı yok edildi. O küçücük çocuğun çektiği eziyeti, yokluğu birçok Kıbrıslı Türk gibi o da çekti. Sene 1968’de Biricik ablasının yanına İngiltere’ye yerleşti. Orada sanatını geliştirdi. Konserlerden konserlere, büyük organizasyonlara, işadamlığına kadar imza attı Orhan Kemal. İçindeki aşk hiç bitmedi. Köyüne karşı şimdilerde Yağmuralan, Vroişa’ya yapılan haksızlığı insan hakları mahkemesine taşıdı. Büyük bir özveri ile çalışarak kazanacağına inanıyor ve ekliyor: Böyle olmamalıydı. Yakmak yıkmak insan haklarını çiğnemek olur mu? Hani nerede benim çocukluğum? Bana bir dünya verseler çocukluğumu geri verebilecekler mi? Zamansız kahırlarından göçen atalarımı hani vatan sevgisi ile yanıp tutuşan, yaz kış demeden bazen aç bazen tok bu tepeleri 11 yıl nöbet bekleyen 1963’ten 19674’e kadar benim atalarım, canlarım sefil, yokluk içinde yaşayan halkın, verilen şehitlerin canları nerede...?Ne çocukluğumu ne de atalarımı hiç kimse geri getiremez. Bu yüzden insan haklarına başvuruda bulundum. Adalete inanıyorum. Savaşlar hiç olmasın, insanlık mutlu yaşasın. Sizi seviyorum