İngiltere’yi anlatmak, yaşamak insana farklı bir haz verir. Medeniyetin, çağdaşlığın, özgürlüğün diyarıdır. Yürüdüğünüz sokaklar hemen hemen birbirini andıran mimari yapıtlar içerir. Sanki o mimari yapılar nakış nakış işlenmiştir. Bakmaya doyum olmaz. Her semt birbirinden güzeldir. Özenerek kurulan parklarda tamamen insanlığın huzuru düşünülmüştür. Bakmaya, gezmeye, dolaşmaya, doyum olmayan parklardır. İçerisinde her türden hayvanı barındıran parklardır bu parklar. O hayvanlara dokunmak, onları beslemek insanın içine başka bir huzur verir. Hiç ayrılmak istemezsiniz o güzelim parklardan. Her taraf yemyeşil rengarenk çiçekler, aileler sanki bahçelerini güzelleştirmek için birbirleri ile yarış içerisindedirler. Her evde yetiştirilen kediler, köpekler insan gibi o denli eğitilmişler ki o hayvanları sevmeye doyum olmuyor.
Sayısız müzeler, tarihi mekanlar, kültür salonları, çarşı merkezleri, açılıp kapanan köprüleri hemen hiç yaz olmayan ülkede nedense insanlığın yaşamak istediği ülkelerin baş tacıdır. Kışın o kadar çok soğuk olur ki lapa lapa yağan kar ülkeye ayrı bir güzellik verir. Ülke yağan kardan sonra sanki gelinlik giymiş gibi çok şahane bir görüntüye bürünmektedir. Bu güzellik karşısında o soğuğu unutmuş olursunuz. Çeşmelerinden her zaman suları akar, elektriği hiç kesilmez. Ağaçlara, hayvanlara nasıl ki insanlara saygı gösterilir onlara da aynı saygıyı gösterirler. Trafik inanılmaz bir saygı çerçevesi içerisinde yol alır. Herkes herkese yol verir. Kimse kimseye bağırmaz, çağırmaz, küfretmez. Son derece sabırlıdır insanlar. Dıştan gelen yabancı ülkelerin insanları bu kurallara hemen oryantasyon gösterirler. Kısacası insan hakları diye bir medeniyet vardır. Kraliçe Elizabet'in vatanı. Dünyanın en şık, en medeni hanımefendisidir. Taktığı birbirinden güzel şapkaları, giydiği birbirinden güzel kıyafetleri ile eldivenleri ile paha biçilmez ayakkabıları, koluna taktığı zarif çantaları ile kraliyetin baş tacıdır. Sarayı ise görülmeye değer fakat o güzelliği hiç bir kalem anlatamaz. Sadece görüp yaşamanız lazımdır. İngiltere göletlerinde yüzen ördekler, ön sıralarda yüzen kuğular ise kraliyetin ayrı bir güzellik noktasıdır. Hava ise İngiltere'de hemen hemen her gün kapalıdır. Sanki zannedersiniz bulutlar hep tepenizde yağmur yağar da yağar. Durmak nedir bilmez. Her tarafı yemyeşil rengarenk çiçeklerle bezenmiş bir ülke.
İngiltere'nin başkenti Londra biz Kıbrıslı Türklerin vazgeçemediği ve çoğunun yaşadığı bir bölgedir. O kadar çok arabalarımız vardır ki oralarda her zaman uğrak yerimiz olmuştur. Bizlerden daha fazla nüfusa sahiptirler. Orada yaşayan Kıbrıslı Türkler 1958'den günümüze kadar durmadan birbirlerini bizlerden ayırıp kendi bünyesinde barındırmaktadır. Bir şehir bir memleket güzel olabilir. İnsanın kendi vatanı gibi olamaz. Gezmek görmek ayrı yaşamak ise apayrı bir olaydır. Keşke Kıbrıs savaşlar ülkesi olmasaydı da dünya tatlısı insanlarımız bir lokma ekmek için kendi ülkelerinden ayrı yaşamasalardı. Londra'da yaşayan o kadar çok akrabalarımız vardır ki kiminle konuşsak hep aynı sözler. Biraz para biriktirip geri dönecektik ama olmadı çoluk, çocuk, hayat bunu gerektirdi. Nasıl özlem var her bir yürekte, öyle yoğun duygular ki insanın yüreği dolar, gözlerinden yaşlar akar. Her birinin öyküsü filmleri aratmayan öykülerdir. Yönetmenlerin arayıp da bulamayacakları gerçek öyküler. Çok büyük emeklerle, acılarla tutundular gurbet kapılarında, yıllar sonra geri dönmek istediler ama olmadı. Ne bıraktıkları gibi anılar yerinde durdu ne de buralardan göçüp gidenler ilk gittikleri gibi kaldılar. İşte gurbet öyle bir şeydir ki insanı değiştirir. Alır bir yerlere götürür, kişi kendini de tanıyamaz. Kader bazen yüze güler bazen gülmez. Çıkılan bu yoldan gidip de dönmemek var gelip de bulamamak var.
Sizi seviyorum...