Ben bir anneyim. Anneliğin değerini ve de anlamını, ilk kez anne olup da büyük oğlumu kucağıma aldığım an anladım. Düşünün ki size muhtaç bir varlık dünyaya getiriyorsunuz. Her isteğini ve ihtiyacını sadece ağlayarak dile getiriyor. Acıkmış… Altı kirlenmiş… Bir yeri ağrıyor… Ağlayış biçiminden ne olduğunu çıkarıyorsunuz… Ve siz kolayca onun dilinden anlıyorsunuz… İnanılmaz bir sezgi, inanılmaz bir bağlılık… Yemeğinizden, uykunuzdan, gezmenizden seve seve vazgeçiyorsunuz.
Oğlum Barçın, küçücük doğmuştu. Uzun zaman gözlerinin ne renk olduğunu görememiştik. 40 günlük oluncaya kadar da fotoğraf çekmemiştik. Tanrı sağlıklı uzun ömür versin. Üç ayın sonunda tombiş bir bebek olup çıkmıştı. Onu Çağlayan’da Hisar üstünde ki yuvaya bırakıp da okula gittiğim gün, yol boyunca gözümün yaşı dinmemişti. Alışıncaya kadar da bu böyle birkaç hafta sürmüştü.
İkinci oğlum Batuhan doğduğunda ise, gerçek anneliğin keyfini yaşadım. İlk çocuğunuzda, tutmaya korktuğunuz, yıkarken acaba kolu bacağı çıkıverir mi, düşürür müyüm korkusunu atıyorsunuz üzerinizden. Acemisi olduğunuz işler artık bir zevk haline geliyor. Hastalandığında, karnı ağrıdığında paniklemiyorsunuz, ağlamaya başlamıyorsunuz. Bilinçli bir anne oluyorsunuz. Deneyimli oluyorsunuz.
Ben annemin değerini oğullarım büyürken daha iyi anladım aslında… Biz anneler nasıl da fedakarız… Onlar için yapmayacağımız şey yok. Biz onlara kızarız, söyleniriz ama bir başkasının kızmasına asla razı olmayız, babaları bile olsa… Hani derler ya anneler, çocukları söz konusu olunca, aslan kesilirler, diye… Aynen öyle. Onlar bizim yaşama sebebimiz…
Çocuklarımız… Hayatımızın ekseni onlar oluyor. Önceliklerimiz onlar oluyor. Eğitirken de sevgimiz ve ilgimizle sıkmadan, onları kendimize bağımlı yapmadan, bağlılık duygularını güçlendirmeliyiz. Hem özgür hem sınırlı bir ortam yaratmak zorundayız. Büyüdüklerinde kendilerine yeten bireyler olmaları için… Kendi kararlarını kendileri alırken, zaman zaman bize danışmaları hoşumuza gidiyor elbette… İki oğlum da kararsızlık yaşadıklarında, benimle konuşurlar. Her şeylerini de paylaşırlar. Gizlimiz saklımız yoktur. En başından da “ En doğru kararı sen vereceksin…” diyeceğini biliyorum ama seninle paylaşmalıyım, derler. Ben de konuyla ilgili sorular sorarım. Ne, kim, nerede, ne zaman, nasıl, neden? Peki, böyle karar verirsen sonuç ne olur, ya da şöyle yaparsan kendini nasıl hissedeceksin? Derim… Konu görünür hale gelir, netleşir. Önemli olan o anki karmaşıklığın, sizin bakışınızla netleşmesidir.
Sizlerle dokuz- on yıl önce GAÜ öğrencisiyle bir anı paylaşmak isterim. Bir şiir ve söyleşi buluşmasıydı. Prof. Saadettin Yıldız Hocamız ve öğrencileriyle hoş bir akşamdı...
Öğrencilere okul bitince memleketlerine dönüp dönmeyeceklerini konuşuyorduk... Gökhan ' Buralarda kalamam Hocam' dedi ve nedenini şöyle açıklamıştı, hiç unutmadım...
“ Hocam biz dört kardeşiz. Ben her memlekete gidişimde, annemin saçlarına biraz daha akların düştüğünü fark ediyorum. Neden biliyor musunuz? Önce ağabeyim gitti, uzaklara, okumak için. Baktım ki, annemin sağ şakağı beyazlamış. Sonra diğer kardeşim gitti. Dikkat ettim ki annemin sol tarafı da beyazlamış. Ardından kız kardeşim evlendi. O da bizi bırakıp uzaklara gelin gitti. Annemin saçının arkalarına da aklar düştü. Şimdi ben de okumak için geldim, buralara… Son gittiğimde baktım, annemin alnına düşen saçları da beyazlamış. Anneme dedim ki: “ Annem bak, buraya da aklar düşmüş; yoksa bunlar da benim için mi?” dedi ve ekledi. Siz söyleyin Hocam, ben buralarda kalabilir miyim? ”
İşte sözün bittiği yer burası… Ne denir ki! Dinleyen herkesin boğazına bir yumru takılmıştı sanki… Uzun bir sessizlikten sonra, Gökhan’a “ Çok haklısın oğlum, yolun açık olsun… “ diyebildim.
ANNELER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN...