Etkin ve başarılı bir dış politika, kısa orta ve uzun vadedeki ulusal hedef ve öncelikleri
net olarak ortaya koyan ve bu hedef ve önceliklerin erişilmesinde uygulanacak ulusal stratejileri isabetle belirleyen, muhtemel engellere karşı alternatif tedbirler paketini hazır tutabilen dinamik bir politikadır. Başarı ölçüsü ise uygulamanın arkasındaki siyasal, ekonomik ve askeri iradede toplanan ulusal gücün caydırıcılığına ve kararlılığına bağlıdır. Temel insan hakları ve hukukun üstünlüğünü gözeten, uluslararası antlaşma ve taahütleri ihlal etmeyen dış politika hedef ve önceliklerinin ulusal konsensusa dayalı kamuoyu desteğine mazhar olması tabiidir. Ulusal irade ve kamuoyu enerjisini arkasına almış bir dış politika statejisinin dünya kamuoyu desteği üretme şansı çok daha yüksektir.
Ulusal Kıbrıs Davamızın istinad ettiği temellerin, hukukun üstünlüğü, uluslararsı hukuk ve antlaşmaların uygulanması ve temel insan hakları ile toplumsal hakların gözetilmesi olmasına rağmen Kıbrıs Türküne uluslararası camianın yarım asır süren haksız muamelesi tam anlamı ile düşündürücü ve ibret vericidir. Bu tablo içinde, Kıbrıs Rum Yönetiminin, 1960 Kıbrıs uluslarararası antlaşmalarının temel ihlali içinde, Mayıs 2004 yılında tüm Kıbrıs adına gerçekleştirdiği hukuksuz AB tam üyeliğini, Annan Planını reddetmesine rağmen gerçekleştirmesi Kıbrıs’ta, 1974 öncesi uygulamakta olduğu maksimalist Helen egemenliği hedeflerine yeniden yönelmesine neden olmuştur. GKRY’nin, Yunanistanın da tam desteği ile AB’nin yürütme, yasama ve yargı olmak üzere AB organları yanında ve üye ülkelerin katkısını bu hedefe yönlendirmede ciddi aşamalar kaydetmesi ise şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan husus, bu realiteye rağmen TC-KKTC Dış Politikasının, Rum-Yunan kanadının er veya geç Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüme ihtiyaç duyabileceğine ilişkin varsayımıdır. Bu varsayımın gerçekleşmesi mümkün değildir. Uluslararsı camia, Rum-Yunan kanadının uzlaşmaz tavırlarına karşı Türk Kanadını ödüllendirmek, Rum-Yunan kanadına karşı bedel ödetmek gibi bir düşünceden hep uzak kalmıştır. Böyle bir strateji gerek ABD gerekse AB açısından yararlı görülmemiş ve KKTC üzerinden ambargo ve izolasyonların kaldırılması gibi büyük bir insanlık ayıbına, dünya ve tarih önünde son verme taahhütleri bile yerine getirilmemiştir. Rum-Yunan kanadına karşı bedel üretmemeye kararlı bir AB ve uluslararası camia karşısında davacı ve şikâyetçi olması gereken ve caydırıcı adımları ile mukabil bedel üretebileceğini göstermesi gereken TC-KKTC Kanadının büyük ölçüde sessiz ve hareketsiz kalması, AB ve ABD’nin kayıtsızlığı yanında Rum uzlaşmazlığına ve dayatmalarına daha da cesaret vermiştir.
Rum –Yunan Kanadının, Mayıs 2004’de, tüm Kıbrısın egemenlik ve uluslararası temsilindeki Helen yapısının hukuksuzluğuna ve Annan Planı Referandum sonuçlarına rağmen, AB tam üyelik meşruiyetini de arkasına alması, TC- AB üyelik süreci ışığında, KKTC Dış Politikasında önemli bir değişikliğe yol açmıştır. KKTC’nin uluslararası alanda tescil ve kabulü için net ve açık bir politika izlemek yerine, KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Talatın şahsında, Kıbrıs’ta tek Devlet, tek egemenlik, tek uluslararası kimlik ve tek vatandaşlık esaslarını içeren yepyeni bir görüşme süreci benimsenmiştir. Oysa Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum halklarının Kıbrısın kaderinde eşit söz, temsil ve yetki sahibi olduğu uluslararası hukuk ve antlaşmaların temel bir unsurudur. Bu antlaşmaları ENOSİS ideali için ihlal eden ve Türkiye’yi 1974 askeri müdahalesine mecbur bırakan Rum-Yunan Kanadının Kıbrıs Türk Halkı üzerinde uyguladığı şiddet, silahlı saldırı ve ve etnik temizlik politikasıdır.1974 sonrası Kıbrıs’ta etnik fay hatlarının tehdit etmediği, egemen iki eşit devlet, iki egemen halk ve iki eşit demokrasi barış içinde yan yana yaşamaktadır. Dünyanın, Kıbrısta 35 yılını doldurmuş bu istikrar temelini ve iki Devletli çözüm şeklini tanımasını açıkça taleb etmek, özellikle 25 Nisan 2004 tarihi itibarıyle tamamen mümkün ve meşru iken bu adil, kalıcı ve en gerçekçi zemini terk edip Helen egemenliğine ve yeni çatışmalara yolu açması kaçınılmaz olan sakıncalı bir zemine dönmek KKTC’yi ve Kıbrıs Türk Halkını derinden yaralamıştır.
Bu stratejik hatayı kararalı ve net bir politika ile izale etmemiz mümkündür. Bu hafta TC Başbakanı Sayın Erdoğan ile ABD Cumhurbaşkanı Sayın Obama arasına yapılması öngörülen tarihi zirve bunun için önemli bir fırsattır. TC ve KKTC’nin Kıbrıs ve Doğu Akdenizde güven içinde var olma ve yaşama hakkı tüm parametre ve boyutları ile hiç bir şüpheye yer vermeyecek bir açıklıkla ortaya konmalı ve Kıbrıs için yol haritamız Obamanın kürsüsünden Dünyaya ilan edilmelidir. Bu yol haritası, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki temel yaşama ve savunma alanlarımız gibi meşru hak ve çıkarlarımızı erteleme veya veto etme hakkını kimseye tanımadığımızı dünya ve tarih önünde tescil eden bir çerçeve olmalıdır. 1985–86 Perez de Cuellar Planı, 2002 Butros Gali Fikirler dizisi ve son olarak 2004 Kofi Annan BM Barış Planlarını ard arda kabul eden Türk Kanadı barışçı sabrını ve 45 yıldan beri süregelen toleransını yeterince kanıtlamıştır.
Bu itibarla, Türk Kanadı, uzlaşmaz Rum-Yunan kanadı karşısında görüşmelerden çekilme fobisi altında hareket etmemesi gerekmektektedir. “ Görüşmelerin çökmesinin nedeni biz olmayacağız veya masada müzakereleri terk edenTürk Kanadı olmayacaktır” gibi söylemler, tezini en net bir şekilde AB’ne kabul ettirmiş Rum-Yunan kanadı karşısında ve Rumların başlatacağı suçlama yarışında kazanmamıza yetmiyecektir. Dünya Kamuoyu karşısında kazanmamızın önşartı Türk Kanadının pozisyonunu, kapalı kapılar ardından çıkarıp bütün netliği ve şeffaflığı ile BM Güvenlik Konseyi ve Dünya Kamuoyunun gözleri önüne sermekten geçmektedir. Bunu etkinlikle yapabilen bir Türk Kanadı, görüşmelerden çekilse bile hiç bir yara almadan, Kıbrıs Davamızı rahatlıkla esenliğe çıkarabilir.
1988 yılında TC Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren’in İngiliz kıraliçesinin resmi konuğu olarak, Londra’ya yaptığı tarihi ziyaretin Başbakan Margaret Tharcher’le programlanan zirve görüşmesinde, Başbakan Thatcher, Türkiye’nin fevkalade önemli starejik konumu ve bölgedeki barış ve güç dengelerini etkileyebilecek güçlü bir müttefik karşısında Türkiye Cumhubaşkanına hitaben, kalem ve not defterini önüne çekerek aynen şunları söylemiştir “ Sayın Cumhurbaşkanı, öncelikli olarak bilmek ve not etmek istiyorum. Türkiye Kıbrıs’ta ne görmek istiyor, Kıbrıs üzerindeki talebiniz nedir? Bunu net olarak öğrenmek istiyorum.” Buna karsılık, Sayın Evren, sık sık tekrarladığımız resmi pozisyonumuzu ortaya koyarak “Türkiyenin etkin garantilerinin devam ettiği, iki kesimli, iki toplumun siyasal eşitliğine dayalı ve iki toplumun eşit ağırlıkta katılacağı Federal bir Kıbrıs” Türkiye’nin Kıbrıs’ta amaçladığı nihai bir çözüm şeklidir”yanıtını vermişti. O gün bu gün, resmi Kıbrıs politikamız, Rum-Yunan kanadının uzlaşmazlığı ışığında değişmemiştir. Oysa Rumların uzlaşmazlığı karşısında Dünya’dan hakça talep edeceğimiz bir B-Planını ortaya koyup net ve kabul edilebilir bir yol haritasını dünya’ya benimsetme yolunda önemli mesafeler alınabilirdi.
Kıbrıs Türkü baskı, zulum ve ambargolar altında BM koridorlarında Rumların icazetine dayalı hak arama süreçlerinde 45 yıl kadar uzun bir süre kan ve gözyaşı dökmüş, refah ve mutluluğundan uluslararası hak ve statüsünden büyük ödünler vermiştir. Bu sürece son verme zamanı gelmiştir. Dünya, Kıbrıs’ta iki devletli çözüme yeşil ışık yakmalıdır. Bunu kararlılıkla talep etmek bizlere düşmektedir.