Ama öte yandan düşünüyorum da şöyle bir şarkı olsaydı “KKTC AB üyesi olursa, gör başına neler gelir…” diye Kuzey Kıbrıs’taki yaşam epey etkilenecekti bundan. Fırsat buldukça ben de bu konuyu işlemeye ve sizlere “başınıza gelecekler” ile ilgili bilgiler vermeye çalışacağım.
Bugün konumuz trafik. Otomobillerini sadece “bir yerden diğerine gitmek” için bir araç olarak görenler ya da otomobil kullanmayı sevmelerine rağmen trafik kurallarına saygılı sürücüler için sanırım AB kuralları altında yaşamak güzel bir gelişme olurdu.
Ancak otomobillerini tanımaksızın, onlarla “satın alındığı gün teslim edilen kullanma klavuzunu” hiç okumadan yola çıkan ve bu nedenle direksiyonunu tuttukları aracın “ne tip bir viraj alışkanlığı” olduğundan habersiz (maalesef bazen uçanlar) yola koyulanlar ya da” elli ile gidilmesi gereken” bir yolda bir eli telefonda arkasında oluşturduğu kuyruk yirmi beş kilometre hızla gittiğinin farkında olmayanlar ve otomobillerinin teknik kapasitesine ters hatta bir çok araca takılmaması gereken ayrıntıyı takarak farkında olmadan tehlikeli yolculuk yapanlar için AB kuralları “cehennem” anlamına gelebilirdi. Çünkü bu tip araçlar hemen trafikten men olurdu.
AB ülkelerinde genel olarak ehliyet almak için “bir okul diploması alacak kadar terleyen” ve bu ehliyeti de aldıktan sonra belli bir süre “deneme” dönemi yaşamak zorunda kalan gençlerin ne kadar temkinli ve her an hata yaptıkları takdirde ehliyeti geri verme korkusuyla ne kadar düzenli otomobil kullandıklarını söylemeye gerek yok. Sürücü eğitimi için dünyanın parasını vererek aldıkları ehliyeti ufacık bir hatadan dolayı geri vermek tekrardan kurslara ve doktorlara koşturmak demek.
Ayrıca sanırım AB ülkelerinin anne ve babaları kendiliğinden bir başka kurala çok değer vermekteler. Bu konuya yönelik kanun filan olmasa da kuşaklar arası bir alışkanlık olarak devam etmekte. Hatta bazen düşünüyorum da “acaba AB ülkelerindeki anne ve babalar çocuklarını daha çok mu seviyorlar ?” diye. Çünkü çocuğa sevgi beraberinde onu düşünmeyi ve gerektiğinde “her istediğini yapmamayı da” gerektiren bir sorumluluk bilinci aynı zamanda. Ehliyetini yeni almış bir genç istese de ona onu baştan çıkaran ve henüz hazır olmadığı bir otomobil hediye edilmez. Hoş zaten AB ülkelerinde gençler otomobil ya da motorsiklet alabilmek için okulun yanı sıra çalışıp para biriktirirler genel olarak ve bu biriktirilen parayla da saatte
AB sürekli otomobillerin hem çevreye hem de insanlara zarar vermeyen “hizmet robotları” olması için yoğun çalışmalarını sürdürmekte. 2012 yılına kadar tüm otomobiller çevreye daha az zarar veren klimalara sahip olmak zorundalar. 2012 yılından itibaren trafikdeki her araç hangi saatte yola çıkarsa çıksın sürekli farlarını yakmak zorunda. 2012 yılından itibaren her lastik içinde bulunan hava miktarını şöföre otomatik olarak bildiren türden olacak. 2012 yılından itibaren tüm yeni ve 2014’den itibaren de tüm eski araçlar ESC (elektronik stabilizasyon kontrolü) ile trafiğe çıkabilecekler. Aynı şekilde araçlardaki zorunlu “blackbox’lar” sayesinde kaza sonrası araştırmaları ve kural ihlalleri kontrolü upgrade edilecek.
Ayrıca bir kural var ki o çok da eğlenceli. 2012 yılından itibaren kemerini takmayan sürücülerin araçlarının kornaları ötmeye ve dörtlüleri yanmaya başlayacak. Kemeri takana kadar!
Yine Kuzey Kıbrıs için çok yabancı olacak ama gene de yazayım. AB genelinde her yıl otomobil lastiklerinin çıkardığı gürültüden dolayı 245.000 kişinin kalp ve tansiyon sorunu yaşadığı tespit edilmiş. Lastiklerdeki hava miktarı bunu etkiliyormuş. 2012’de yeni önlemler geliyor. Dereboyu’nda oturanlar çok şanslı. Çünkü adım ,adım gidebilen çok süratli araçların lastikleri gürültü çıkarmıyor. Diğer çıkarılan gürültülerin insan sağlığına zararları ile ilgili araştırmalar da şu anda trafik konumuz dışı!