HAZIRLIKLAR BAŞLIYOR: Geçen yıldan beri KIBATEK tarafından organize edilmeye çalışılan, Rusya’da yaşayan AHISKA TÜRKLERİ ile buluşma girişimleri, sonunda gerçekleşmişti. Bu etkinlik KIBATEK (Kıbrıs- Balkanlar- Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu) ile DATÜB’ün (Dünya Ahıska Türkleri Birliği) işbirliği ile MOSKOVA’da ortaklaşa düzenlediği bir etkinlikti.
KIBATEK Onursal Başkanı, değerli arkadaşım Feyyaz SAĞLAM’dan müjdeyi alır almaz, TC Büyükelçiliği ile temasa geçtim. Her zaman olduğu gibi (Hemen her yıl, yurt dışında, bir ülkede düzenlenen uluslar arası etkinliklerde, Kıbrıs’ı -tarihi, coğrafyası, edebiyatı ve şiiri ve en önemlisi sosyal ve kültürel yapısı- hayata bakışı ile tanıtıyorum.) ellerinden geleni yapacaklardı. Davetiyem ve etkinlik programını inceleyeceklerdi. Bu arada pasaportumun da uzatılması gerekiyordu. Ne var ki, artık dünya standartlarında hazırlanan yeni tipteki pasaportumun hazırlanması on beş gün demekti. Oysa benim sadece on gün gibi kısa bir sürem kalmıştı.
Elçilikte pasaport bölümünde çalışan, TMK da okuttuğum öğrencim SILA vardı. Onunla temasa geçtim. Sevgili kızım, işi çabuklaştırmak için elinden geleni yapıyordu. Bu arada sık sık telefonla arayıp durumu öğreniyordum. Gidememek gibi bir düşünceyi aklıma bile getirmek istemiyordum.
Zaman daraldıkça, elimde olmadan endişelenmeye başlamıştım. Hani siz de böyle duyguları zaman zaman yaşamışsınızdır. Beni anladığınızdan eminim. Elbette bu arada kendim de elçiliğe gidip geliyordum. Artık tüm görevliler tanımıştı, beni… Bir gün Konsolosumuz FULYA Hanımla da tanıştım. O kadar içten davranıyordu ki, pasaportumun bir an evvel elime ulaşması için elinden gelenin fazlası için uğraşıyordu. Birlikte bir kahve içtik. Büyük bir umutla, zamanında geleceğini söylüyordu. Her gün gelen kolilere bakılıyor ama ne yazık ki gelmemiş oluyordu…
Tanıtma tarafından biletlerim hazırdı. Bayraklar, Turizm Bakanlığından broşürler ve kişilere verilmek üzere Kıbrıs’ı tanıtan tabak, saat vs. de hazırdı. Her gün onlara yenilerini ekliyordum. Geçmişten gelen bir deneyimle, ne olur ne olmaz, her zaman fazladan bir şeyler bulunduruyordum yanımda. Umulmadık bir konuk çıkıveriyordu çünkü…
Artık son günün sabahıydı. Valizlerim hazır ama pasaportum yoktu. Arabaya binip yola çıktım. Bu akşam İstanbul’a uçarsam, yarın sabahki Moskova uçağına yetişebilirdim. Saat on sıraları telefonum çaldı. Ekranda Sıla’nın adını okuyunca yüreğim ağzıma geldi. Geçen saniyelerde sadece dua edebildim. Görevliler, gelen koliyi benim için erken açmışlar ve bulmuşlardı. Gidiyordum… Gidiyordum işte… İlk kez gerçekten sevindiğimi hissettim. Havalara uçtum sanki… Demek ki, gidişim kesinleşmediğinden içim huzursuzmuş…
Çabucak elçiliğe gittim. On ikide kapanıyordu, iki dakika kala olsun ki görevlileri meşgul etmeyeyim, dedim. Kucak dolusu kitap aldım arabadan… Sevmeye 5 Kala ve son kitabım Bu Dünya Sizin’den… Sayın Fulya Hanımın odasına girdim. Bana emeği geçen tüm görevlilere kitaplarımı imzaladım, büyük bir sevinçle… En az benim kadar heyecanlanmış ve beklemişlerdi. Bir yazardan da en güzel teşekkür kitaplarıyla olur elbette… Yarım saatte öyle kaynaştık ki! İnanılmaz…
Yaşam sürprizlerle dolu… Ne iş yaparsanız yapın, sevginizi katın diyoruz ya her zaman… Aynen öyle… Sevgi katılan işler, mükemmel oluyor… Hayatı, başkaları için kolaylaştırmak, çaba göstermek bence çok güzel bir erdem… Başta Fulya Hanım olmak üzere, Hakan Beye,Sıla, Efsane, Firuzan, Nihan, Feray, Kadriye’ye ilgileri ve sevgileri için çok teşekkür ederim. Gidemeseydim de emeklerine, içtenliklerine yine teşekkür ederdim. Bazen istesek de elimizden gelmeyen durumlar olabiliyor. Hepsi sanki benim için mutluydular… Hepinize yürekten teşekkürler gençler… Bir gün sizlerle FARKINDALIK söyleşisi yapacağız. Buluşup birbirimizi, düşünce ve duygularımızı paylaşacağız…
MOSKOVA’ YA UÇUŞ: Bin bir heyecan sonrası nihayet uçaktayım. Oğlum, beni alana getiriyor. Pencere yanındaki yerime otururken yorgun ama çoook mutluyum… Gözlerimi kapatıyorum, düşünüyorum, hayal ediyorum… Kendimi gülümserken yakalıyorum. Gözlerimi açıp yanımdaki fark etti mi diye bakıyorum. Hayır, hayır… Neyse ki, onun da gözleri kapalı…
Gece on sıraları ablamdayım. Canım benim… Beni hep bekleyen, karşılayan o… Elbette uğurlayan da… Güzel olan yanı tüm aile fertlerine göre beni daha sık görmesi… Eh! Olumsuzlukların yanında olumluları fark etmek gerek… Öyle değil mi? İnsanın anne yarısı gibi bir ablasının olması muhteşem bir şey… Günlerdir, en az benim kadar o da endişelendi. Ev, havaalanına çok yakın… Sekiz dakika… Benim için hazırladığı sıcacık çorbayı içiyorum. Bir yandan da sorularına cevap veriyorum.
Sabah altı buçukta alanda olmalıyım. İzmir’den gelen arkadaşlarımla buluşacağız. Sabah erkenden kalkıp giyiniyorum. Evde herkes uyuyor. Ablama sarılıp vedalaşıyorum. Kalkmalarına gerek yok, on adım ötede taksiye biniyorum. Önce emanetten eşyalarımı alıyorum. Sadece bir valiz, etkinlik için tıka basa dolu…
Arkadaşlarımla buluşuyoruz. Kimisi ile çoktandır görüşmedik. Mevlüt Kaplan Hocamız ve Feyyaz Sağlam’la Gökçeada’da beraberdik. Ayşe Karadan (Bosnalı çevirmenimiz) sarılıyoruz, özleşmişiz… Şair, yazar, Türkolog, akademisyen grubu… Fadıl Ünal, Gazi Keskin ve Bursa’da yaşayan ünlü Ahıskalı yazar- şair- araştırmacı Sayın Mircevat AHISKALI bizlerle… Mircevat Beyin yüzünde yılların derin izleri, gülümseyişinde buruk bir hüzün yakalıyorum. Onunla uzun uzun konuşacağız elbette… Sabırsız davranmak istemiyorum… Bir diğer grup Ankara’dan yola çıkıyor. Onlarla Moskova’da buluşacağız.
8.40 uçağı ile Moskova Unukova Havaalanına ineceğiz. Büyük bir uçak ve kalabalık… Hiç boş yer yok… Yolcular farklı diller konuşuyor. Her zaman gideceğim ülke ile ilgili bilgiler alırım zaten. Ne var ki bu kez, konu Rusya değil AHISKA TÜRKLERİ… Bu nedenle çok heyecanlıyım… Ahıska Türkleri ile ilgili ayrıntıları gelecek yazımda uzun uzun anlatacağım sizlere ama yine de şu kadarını bilin ki, onlar Sovyet döneminde, özellikle 1942- 44 yıllarında, Asya ve Avrupa kıtasına, Sibirya’ya, çil yavrusu gibi dağıtılan, sürülen ve neredeyse yok edilen bir Türk topluluğu… Ayakta kalabilenler, yaşayanlar, varlıklarını korumaya, kültürlerini ve dillerini yaşatmaya çabalıyorlar. Bir yönleriyle Kıbrıs Türküyle kader arkadaşı onlar… Sürülmüşler, öldürülmüşler, tam bir soykırım yaşamışlar, anlayacağınız…
İnsanın insana yaptığı eziyet, vahşet ve acımasızlık, bu çağda hala devam ediyor ne yazık ki! Geçen yıl mayıs ayında Bosna’daydım biliyorsunuz. Sizlerle oradaki duygularımı ve düşüncelerimi sayfalar dolusu paylaşmıştım. Aynı şekilde size AHISKA TÜRKLERİ’ni anlatacağım. Kıbrıs’ta da bu soydan gelenlerin olduğunu, hatta Ahıska Türkleri Cemiyeti’nin Kıbrıs temsilcisinin de var olduğunu biliyorum. Gelecek yazılarımı soluksuz okuyacağınıza yürekten inanıyorum.
Uçağımız İstanbul’dan biraz gecikmeli kalkıyor. Yolculuk 2.20 dakika sürecek diyor anonsta… Rahat bir yolculuk… Moskova ile saat farkımız, bir saat… Onlar bizden bir saat ilerde. Söylenilen saatte Unukova Havaalanındayız. Telefonlar çalışıyor.
Çıkışta Ahıska Türklerinin yıllarca önderliğini yapmış Daştan Bey bekliyor bizi… Kocaman bir minibüsün yanında… Babacan, güler yüzlü, içten… Sanki yıllardır tanıdığımız biriymiş gibi… Sıcacık dostlukla karşılıyor. Yol boyunca durmadan, onları hatırlayan birilerinin olması, onları ne kadar mutlu etmiş diye anlatıyor. İlk kez bizim edebiyatımızı, tarihimizi, yaşadıklarımızı bizden dinlemeye gelenler var diye ne kadar sevindik, diyor… Özetin özeti olaylara dokunuveriyor şöyle… İçimiz buruluyor, gözlerimiz doluyor…
Dünyada insanlık ayıpları bitmiyor bir türlü… Daha çocuk yaşlarda öğretmeliyiz, çocuklarımızın beyinlerine kazımalıyız ki, İNSAN değerlidir. Onu iyi eğitmekle BARIŞ sağlanacaktır.