Halimiz harap!

‘Halimiz harap’ desem çok mu abartmış olurum? Yoksa modaya ben de uyup etrafa karamsarlık mı yaymış olurum?

‘Halimiz harap’ desem çok mu abartmış olurum?

Yoksa modaya ben de uyup etrafa karamsarlık mı yaymış olurum?

Bilmem ki. Ama devletin kurum ve kuruluşlarının çalışmalarına baktığım zaman içim kararıyor.

‘Kararmıyor’ desem yalan söylemiş olurum.

Devlet kurumlarında durum içler acısı.

İş bilmezlik en üst düzeyde.

Disiplin neredeyse hiç yok.

Keyfilik diz boyu.

Kamu kurum ve kuruluşlarında en rahat olanlar sorumluluk sahibi olmayanlar.

Kimsenin kimseye iş yaptıramadığı bir ortamda biraz sorumluluk sahibi olanların işi daha zor.

Çünkü sözlerini kimseye geçiremiyorlar.

Sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış yok.

Neme lazımcılık aldı başını gidiyor.

Terfi ve tayinlerde kriter iş bilmenin ötesinde başka şeyler.

Bürokratik  mekanizma yasal mevzuata ve tüzüklere uygun bir şekilde çalışmıyor.

Yazışma kültürü, dosyalama geleneği ve bürokraside yapılması gereken ve olmazsa olmaz olarak nitelendirilen diğer işlemlerin de büyük bir kısmı yapılmıyor.

Bunların yapılmasını isteme ve denetleme pozisyonunda olanların birçoğu zaten bunlardan habersiz. Ya da yazışma ve dosyalamayı gereksiz görüyor.

İşler sözlü olarak yürütülmeye çalışılıyor. Hiyerarşik düzen diye bir şey kalmamış.

Ast üst ilişkisi yok edilmiş durumda.

Her geçen gün bir önceki günü arayacağımız bir şekilde işler kötüye gidiyor.

Kişisel hırslar ve kavgalar birçok yerde kararların alınmasında etkili olabiliyor.

Bilgi birikimleri sonrakilere aktarılmıyor.

Devletin bilgilenmesi için yatırım yaptığı kişiler, bu bilgilerle emekli olup ya da başka nedenlerle köşelerine çekiliyorlar. Bunları kendilerinden sonrakilere aktarmıyorlar ya da aktarabilecekleri bir ortam bulamıyorlar.

Sonuçta siyasi ya da başka nedenlerle bilgi birikimleri yok olup gidiyor.

Bunların oluşması için harcanan paralar da boşa gitmiş oluyor.

Bu madalyonun bir yüzü.

Bir diğer yüzü ise yenilerin birçoğunun bilgilenme ya da öğrenme niyeti olmaması.

Bilginin, işlerinde bir yerlere gelebilmeleri için esas anahtar olmadığı görüşünden hareket etmeleri.

Sorumluluk duygularının çok fazla gelişmemiş olması ve girdikleri ortamlarda iş yapmak yerine iş yapmamanın daha itibarlı olduğunu görmeleri de bunda bir başka neden.

Böyle olunca da bürokraside bilgi ve birikim akışı olmuyor.

Olmayınca da işler her geçen gün daha da zorlaşıyor.

Bunun sonucunda Cumhurbaşkanından tutun herkes bürokrasiden şikayet edebiliyor.

İşbilmezlikten, disiplinsizlikten dert yanabiliyor.

Çözüm kamuda köklü reforma gidilmesi.

Bu da sadece bir iyi niyet temennisi olarak kalıyor.

Onun ötesine geçemiyor.

Sendikaların ‘kazanılmış haklar’ diyerek her türlü düzenlemenin karşısında durması kamu reformuna fırsat vermiyor.

Bir de tabii ki popülizm hastalığından kurtulamamak her şeyin önünü tıkıyor.

Kovayı dolu getirenle boş getireni birbirinden ayırmayan ve çoğu zaman başka bir takım nedenlerden dolayı boş getireni koruyup kollayan sistem ülkede gelişmenin önünü tıkayan bir diğer önemli neden olarak ortada duruyor.

Bir de tabii ki kendi kendimizi kandırma ve buna gönüllü bir şekilde inanma isteğimiz ‘kralın çıplak’ olduğunu görmemize engel oluyor.

Böyle olunca da kendimizi sanal bir gerçeklik içerisinde kandırıp duruyoruz.

Her şeyin yolunda ve iyi gittiği masalını bir birimize anlatarak daha kötüye doğru yol alıyoruz.

Bunu belki bilerek ya da bilmeyerek ama hep yapıyoruz.

Ve ülkenin yarınları riske sokuyoruz.

Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir anlayışın egemen olduğu bir ortamda her gün yeni bir yanlışla bir doğruyu daha yok ediyoruz.

Yok mu buna ‘Dur’ diyecek biri...

Galiba yok...

Bu haber 44 defa okunmuştur

:

:

:

: