KADINIM BEN…
Kadın olmaktan, anne olmaktan duyduğum sonsuz haz ve gurur duygularımı sizlerle paylaşmak isterim. Dünya düzeninde, farklı coğrafyalarda alabildiğine farklı değerlendirilen KADIN OLGUSU, yüzlerce yıldır tartışılmış; tartışılmaya da devam edeceğe benzer…
Biz kadınları en çok üzen nokta da, toplumda İNSAN olarak istediğimiz değerde yerimizi alamamaktır. Genel anlamda her bireyin sahip olduğu noktalarda, erkeklerle EŞİT olarak haklarımızı kullanabilmek… Ne fazla, ne eksik…
Yasalarla bazı şeylerin belirlenmesi ne yazık ki – bizim gibi geri kalmış toplumlarda- uygulamada yeterli olmuyor. Sosyal baskılar, toplum baskısı, eş baskısı, aile baskısı, hatta iş yerinde patron ya da amir baskısı…
Saydıklarım için sabah haberlerini dinlemeniz yeterli… Sadece bir saatinizi ayırsanız anlarsınız. Toplum sanki cinnet geçiriyor sanırsınız. Biz nerede hata yapıyoruz? Yetiştirdiğimiz oğullarımız gün geliyor, adeta canavara dönüşüyor. EĞİTİM işlevini yitirdi mi? Biz ailede neleri anlatamıyoruz, nasıl kötü rol modellerle bu hale düşüyoruz?
Gitgide CEHALET sanki daha fazla yakamıza yapışıyor. Bildiklerimizi umursamıyoruz, BENCİL, KÜSTAH ve SALDIRGAN davranmayı marifet sayıyoruz…
Böyle olmayanlar, kendilerini bu halkanın dışına koysunlar ve alınmasınlar… Acaba medyanın olumsuz örnekleri saatlerce, günlerce tekrarı da zaten YARIM AKILLILAR’ın işine mi geliyor? Hani derler ya aklı olmayanlar, olumsuzlukları örnek alır.
Beni endişelendiren gün geçtikçe artan sayılarda olayların tırmanması… Birileri (sosyolog, psikolog, toplumbilimci…) çıkıp toplumun kanayan bu yarasına, kangren olmadan çare üretmezse vay halimize…
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN KADINLAR…
Yıllar önce okuduğum kitap Norgard Kohlhagen isimli bir Alman yazara ait… İçinde yazar, şair, politikacı, ev hanımı, doktor, öğretmen, işçi… olmak üzere 16 kadının hayatı var. Bunlar DÜNYAYI DEĞİŞTİREN KADINLAR…
Nasıl mı? Birlikte kısa ama ciddi bir yolculuk yapalım, sizlerle kitaba…
CLARA ZETKİN: (1857-1933)
Kendisi bir köy öğretmeninin kızıdır ve o da öğretmen olmayı seçmiştir. “ Yaşamın olduğu yerde savaşmak istiyorum.” Onun sloganıdır.
1889’da Paris’te 32 yaşındayken, Enternasyonel’in kuruluş kongresinde KADININ KURTULUŞU isimli konuşmasında, kadın işçileri savunur. Kadının ekonomideki yerinin önemini vurgular. Kadının erkek boyunduruğu altında yaşadığını anlatır. Bu da sosyal köleliktir.
1910 yılında kendisinin de içinde bulunduğu Uluslararası Sosyalist Kadınlar toplantısında KADINLAR GÜNÜ kutlaması yapılması kararı alınır. Aslında bu kadınların SEÇME HAKKI ile ilgili bir gün olarak düşünülürse de, her yıl bu kapsam artırılır, genişler… Ölmeden kadınların çalışma hayatı ile ilgili temel esasları hazırlar.
Konuşmalarında “ Tek başına bir kadın gibi değil,kendisi için büyük bir gerçeği bulmuş bir kadın gibi…” dir. O bütün kadınların savunucusudur.
KADIN
Yılma
sakın vazgeçme
gözlerin gibi gönlün
hep uzakları hedeflesin…
bil ki sen
gücünle, becerinle, sabrınla
her şeyin en güzeline layıksın…
zaman diren
o seni yıkmaya çalışsa da
ulu çınarlar gibi es
gölgende taze fidanlar yetişsin…
bil ki sen
mangal yüreğinle
vazgeçilmezsin…
(Ayşe Tural)
FOTO>CLARA
MARİA MONTESSORİ (1870- 1952)
İtalya’nın ilk kadın doktorudur. 26 yaşında topluluklara hitaben yaptığı konuşmasında, söylediklerinden çok- bu kadının çok güzel, çekici ve hitap yeteneği mükemmel şeklinde görselliği işlenir. Zarafeti sayfalarca anlatılır. Oysa o, ciddi işler peşindedir. Fikirlerine, düşüncelerine değer verilmesini ister.
Roma Üniversitesi Psikiyatri Kliniğinde çalışır. Pedagoji öğrenmeye başlar. Yüzlerce konferans verir. Toplum yapısını değiştirecek öneriler getirir. “ Önce duyuların eğitimi, sonra anlayış eğitimi” ilkesinden yola çıkar. Özellikle eğitime çocukluktan başlamayı, bunu çok dikkatli yapmayı savunur. Çocuk eğitiminde çığır açar, kitaplar yazar… Onun sayesinde İtalya’da Özürlü Çocuklar Eğitim Yuvası açılır.İlk Alman çocuk yuvasını kurar. 1900 yılında onun sayesinde bu yıl “ Çocukların Yüzyılı” olarak nitelenir.
O her zaman: “Bağımsız olmayan biri özgür de olamaz.” Der.
Kadın, annedir, eştir, dosttur, arkadaştır, sırdaştır… Her ne zaman ihtiyacın olsa O, hep yanındadır…
ELLERİ VAR MIDIR SEVGİNİN
Kolları var mıdır sevginin
Sımsıkı kucaklar da
Annem gibi sıcacık
Koynunda uyutur mu beni…
Elleri var mıdır sevginin
Yanağımı okşar da
Ağlarken için için
Gözyaşımı siler mi benim…
Ayakları var mıdır sevginin
Hasta yatağımdan
Kucaklayıp da
Kaldırır mı beni…
Yüreği var mıdır sevginin
Gözlerime bakıp da
Kırılmış kalbimi
Onarır mı benim…
(Ayşe Tural)
FOTO>MARİA
HEDWİG DOHM (1833- 1919)
İnanılmaz bir yaşam öyküsü vardır. Berlin’de Bir fabrikatör kızı olarak dünyaya gelir. Tam 18 kardeştirler. Kızlar, erkeklerden soyutlanmış olarak ve evde zaman geçirirler. İlk öğrenci olaylarına evden kaçtığında 15 yaşında tanık olur. Bu hayatının dönüm noktası olur. 1852’de yazar Ernst Dohm’la evlenmesi onu değişiminde büyük rol oynar. İspanyol Edebiyatına ilgi duyar. Redaktörlük yapar.
Kadının Bilimsel Bağımsızlığı, konularında konuşmalar yapar, yazılar yazar. Kadın Doğası ve Hakları kitabını çıkarır. Bilim çevresinde erkeklerin kadına engel koyduklarını, bunun sakıncalarını anlatmaya çalışır. Hatta bir konuşmasında: “ Karısına kötü davranan bir erkek, kadının beyin gücünü zayıflatacağından sınır dışı edilsin .” önerisini yapar. Kadın özgürlüğüne ve eşitliğine dayalı çalışmalar yapar. Aşağılanan kadınların başkaldırmasını ister, hatta bunu her fırsatta haykırır. Erkeklerin kadınları zayıf yaratıklar olarak görmesine, kadına beyefendilik kisvesi ile hükmeden erkeklerden sıkça örnekler verir. Yazdıkları, o zamanki kadın hareketlerinde büyük etki yapmıştır.
Ölmeden “ Bir zamanlar KADINLAR hakkında ne yazdıysam, hepsini ruhumun en derinlerinde yaşadım.” Demiştir.
KADIN VE KIŞ
Yüzünün güllerinden hançer düştü payıma!
İşte, başı dönen bir yağmur bulutu gibi
Sana kendimi getirdim de geldim…
Binlerce şiiri eskiten yorgun rüzgara
Yüreğinde petunya kokusu taşıyan bir suya
Benzetip de sevdim onu ben, saçlarında kar rulesi!
Bunu bi “ sabahın balıkçıları” biliyordu
Bi’de gülüşünü sis tülüyle bezemiş Kız Kulesi…
Sana ben bu yağmurları getirdim de geldim!
Yılmaz Arslan
Neyse ki AŞIK YÜREKLER, bu güçlü, kararlı, bileği bükülmez; bir o kadar da sevgi dolu, naif ve duygusal varlığa- KADINA- gereken değeri gösterdiler. Önünde saygı ile eğildiler… ONSUZ olmanın mümkün olmadığını anladılar. Şiirler yazdılar, şarkılar bestelediler, resimler yaptılar, heykeller yonttular…
Onların var olmalarıyla VAR olacaklarını anladılar. Onları doğuran, büyüten, hayatı öğreten kadının hakkını savunmayı görev bildiler…
GİZLİCE SEVGİLİM
Rüyalar bile geceleri bekler
Gizlice görünmek için
Yüreğimdesin, saklısın içimin
Gizlice sevgilim
Kimse bilmesin üzgünlüğümü
Taşırım ölümüm gibi bu duyguyu
En gizli kuytularında ömrümün
Bir yer var gizlice sevgilimin uyuduğu
Gizlice sevgilim, yaşam kadar acı
Canımı tutuşturan özlem gibi
Özlüyorum derin yok oluşta
Gizlice, sevgilim
Ataol Behramoğlu
Çocukluğundan beri tek arzusu yazar olmaktır Ginia’nın… Evde de bir örneği vardır zaten. Babası, deneme yazarı, yayımcı, biyograf ve tarihçidir. O yaşlarda ünlü çağdaş yazarları tanır. Büyük, canlı bir aile içinde, korunan ve güven içinde her türlü ihtiyacı karşılanan bir çocuktur… Ama yalnızdır…
O dönemlerin kadın değerlendirmesine göre ev işlerinden (yemek yapmak, dikiş dikmekten) anlamaz. Dergilerde yazdıkları eleştirileceğine bunlar eleştirilir. Oysa çağdaşları Marcel Proust ve James Joyce, erkek olduklarından böyle bir sorunları yoktur.
Daha on yaşındayken uzun makaleler yazar. Erkek kardeşleri Cambridge’de eğitim görürken o, kız kardeşiyle evde kalır ve eğitim alır. Eğitim ve bilgi ERKEK işidir. Bazı ayrıcalıklar tanınmasına rağmen o da evde kalmak zorundadır. Annesini 13 yaşında kaybeder, bunalıma düşer. Kendini toparlaması uzun yıllar alır.
Çocukken açık, uyanık ve bilinçli Virginia genç kızlığında başkaldırır. Toplum kurallarına uymayı reddeder. Bir baloda dans etmek yerine bir köşeye çekilip kitap okumayı yeğler. Babasını kaybetmesi onun hayatındaki en büyük şoklardan biri olur. Kendini zor toparlar…
30 yaşında yazar Leonard Woolf ile evlenir. Evde kalmışlık yaftasından kurtulur. İlk romanı 33 yaşındayken yayınlanır. O, romanlarında dış dünyayı değil, insanın iç dünyasını aydınlatmayı ve anlatmayı sever ve bunu dener. Bu nedenle onun için: “ Akıp giden hayatların yazarı…” denir.
Woolf, kadınlar için şöyle der:
“ Kadınlar, milyonlarca yıldan beri evde oturuyorlar. Öyle ki yaratıcı güçlerini zamanla duvarlar emiyor…”
Ayrıca, kadınların kendi paraları olunsa, kin ve acı sona erecektir, der. O, her zaman bağımsızlığın yaratıcıgücü serbest bırakacağına inanır. Kadınların da Shakespeare gibi bir yazar olabileceklerine inanır. “ YETER Kİ ÖZGÜRLÜĞE ALIŞALIM, DÜŞÜNDÜĞÜMÜZÜ AYNEN YAZMAYA CESARETİMİZ OLSUN” der.
SAN
Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların
Kırmızı bir at gibi oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım
Cemal Süreya
Aşkı böylesine anlatanların yanı sıra, ölümüne sevdiklerini iddia edenlerin, ya benimsin ya toprağın diye nara atanların yaptıkları da ortada, ne yazık ki! Öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz, kafalara zorla sokmalıyız ki kadın da erkek kadar İNSANdır. Her türlü yaşama hakkına sahiptir.
ERSELİK ÇİÇEK
Eve giriyorum bu her şey değil
Yakamda kocaman bir günebakan
Öptükçe öpüyorum dudaklarından
Gülüyor ağzında bir aslanağzı
Kuşanıyorum denizi bu da bir şey mi
Beynimde bile o hınzır şeytan
Uyanırken mersin’i nasıl bir sabah
Onun da ağzında bir aslanağzı
Öperken öpmeyi dudak dudaklarından
Ağzımda gülüyor Ülker’in ağzı
Özdemir İnce
Bütün bunları yazarken, notlar alırken, sizin için süzgeçten geçirip hazırlarken isimlerini bildiğim ve bilmediğim nice kadın sayesinde, onların yüzlerce yıldır çabalarıyla açtığı bu yolda ÖZGÜRCE ilerlemenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyorum. Onların hatıraları ve emekleri önünde saygıyla eğiliyorum.