ANLATILMIŞ HİKAYELER… (1)

Yaşam yolculuğumuzda yüzlerce, bazen binlerce kişiyle karşılaşırız…

Yaşam yolculuğumuzda yüzlerce, bazen binlerce kişiyle karşılaşırız… Tıpkı tren istasyonlarında, vagonlara binen- birkaç durak sonra inenler gibi… Ya da son durağa kadar bizimle kalanlar gibi…

BULUŞMA
İki yabancı bakış
Nerede buluşur sence
Kalabalıklar ortasında…

Merhabadan öteye
Hangi yoldur uzanan
Bilinmeyen denklemler gibiyse duruşun…

Kimilerine sadece bir baş selamı veriyorsunuz… Kimilerine hafifçe bir tebessüm… Kimisiyle göz göze gelmemek adına başınızı çeviriyorsunuz… Kimileriyle de bütün hayatınızı paylaşıyorsunuz… Nasılsa yolculuk bitecek ve o insanla bir daha hiiiiiç karşılaşmayacaksınız…( Siz öyle sanıyorsunuz ama bazen burun buruna kalıveriyorsunuz…)
Şu an aklınızdan neler geçiyor, kim bilir? Sözlerim sizi nerelere taşıdı acaba? Geçmişin hangi tozlu sayfasına takılıp kaldınız?..
Gerçekten hayata, alıcı gözle baktığınızda inanılmaz noktalar yakalıyorsunuz… Birbirinden ilginç olaylar, karşılaşmalar, birliktelikler ya da tesadüfler… Adına her ne diyorsanız…
Elbette seçtiğiniz mesleğin de, yaşamınıza getirdikleri göz ardı edilmemeli…Bunu kendi hayatıma bakarak söylüyorum… Ben bir ÖĞRETMENİM… Öğretmenlik demek, insan yaratma mesleği demek bence.
Öğrencileriniz, hiç aklınıza gelmeyen yerlerde karşınıza çıkıverir. Öğretmen olanlar bu duyguyu çok iyi tanır.
İNCELİKLER
Sıcak bir yaz günü… Güneşin yakıcılığından kendimi kurtarıp binaya giriyorum. Resmi bir işlemim var. Üç katlı binanın merdivenleri insan kalabalığı… İşim uzun süreceğe benzer.
Aklımdan bunları geçirerek çıkarken, merdiven basamaklarının birinin orta yerinin hayli oyuk bir kırığı olduğunu görüyorum. Dikkatimi çekiyor. Kendi kendime, “Bu kalabalıkta birisi yanlış basarsa son derece tehlikeli bir düşüş olur…” diye söyleniyorum.
İşlemler sırasında danışmadaki kızın sorularıma asık suratla cevap vermesi canımı sıkıyor. Neden ama? Bu senin görevin, işini güler yüzle yapmak bu kadar zor mu? Sen aynaya bakmaz mısın? Bu asık suratla ne kadar çirkin görünüyorsun… diye söyleniyorum, içimden…
“ Aslında yüzümüzü aydınlatan gülüşler, içimizi de aydınlatır… Bize yaşamı sevdirir…”
Neyse odalara girip çıkıp işlemlerimi tamamlamaya çalışıyorum. Son bir işim kaldı, elimdekileri üst kattaki odaya vereceğim ve işim bitecek. Tekrar merdivenleri tırmanıyorum. Hala aynı insan kalabalığı…
O da ne! Sendeliyorum… Ayağım boşluğa düşüyor… Eyvah! Düşündüğümü yaşıyorum işte… Engellemem mümkün değil… Özellikle yüzümün basamaklara vuracağını aklımdan geçiriyorum… Aman Allahım! Saniyeler… Saniyeler… Saliseler geçiyor belki…
Birden kollarımdan yakalanıp havaya kaldırılıyorum… Nazik bir ses
-“ Hanımefendi, düşüyorsunuz, sizi onun için tutuyorum…” diyor. Basamaklara çarpmama galiba bir karış kalmıştı… İnanamıyorum… Çok şaşkınım… Kurtarıcımın yüzüne bakamıyorum. Teşekkür ediyorum, çok teşekkür ediyorum… Uzun boylu, gayet nazik bir beyefendi… Utandığımı anlıyor, başka bir şey söylemeden yanımdan geçip yukarı çıkıyor.
Nihayet son oda… Zarfı uzatıyorum… Masadaki tanıdığım bir yüz… Nefes nefese merdivendeki olayı anlatıyorum… Sandalyede oturan biri daha var, ben anlatırken gülümsüyor… Bu kez yüzüne bakıyorum… “ Hocam…” diyerek ayağa kalkıyor… Kurtarıcım Türk Lisesinde okuttuğum öğrencilerimden biri çıkıyor… O günlere dönüyoruz…Okulu, arkadaşlarını ve öğretmenlerini hatırlıyoruz…
İncelikler, güzellikler hep etrafımızdadır… O anları yakalamak ve yaşamak güzel…
BUGÜN YÜZÜNÜZ GÜZEL

Bugün
Yüzünüz güzel
Duygularınız da
Besbelli…
Cıvıl cıvıl gözleriniz
Işıl ışıl gülüşünüz…

Bugün
Yüzünüz
Her zamankinden daha güzel
Sevgiler sığmıyor yüreğinize
Kucağınızda dostluk çiçekleri
İyilik melekleri omuzlarınızda…

Besbelli güneş
Bulutsuz göklerinizde
Yağmurlara yer yok içinizde…

Yaşamdaki her anı doğru ve içtenlikle okumak gerek… İçinizden geldiği gibi, iyi niyetle… Bu yıl, geçtiğimiz ders yılı EKS’nin (Girne İngiliz Koleji) konuğuydum, biliyorsunuz. Her fırsatta sizlerle paylaştım o geceyi… Yazılı, sözlü… Beni inanılmaz mutlu eden bir olaydı… İşte o günlerden gelen dostluklarım var şimdi…

GÜZEL BİR MERHABA…

Zaman zaman EKS’de SEVGİ gecesinde bulunan velilerle çarşıda, pazarda karşılaştıkça, kendilerini tanıtıp ne kadar güzel bir gece olduğunu anlatıyorlar… Siz ağlarken bizi de ağlattınız diyenler çoğunlukta…
Ben duygularımı olduğu gibi yansıtanlardanım… İçi dışı bir olanlardanım… O zaman daha içtensiniz çünkü…
Merhabalarımdan biri Melike Hanım… Adı gibi aydınlık yüzlü, güleç ve sıcacık kalpli… Kızı Zerda ile kendisini, EKS’de o gece kitaplarımı imzalarken kısa bir sohbetle tanıma fırsatı bulmuştum. Girne’de oturduklarını öğrenince de ara ara görüşelim demiştik…
Daha sonra facebookta da buluştuk. Sözümüzde durduk. En az haftada bir gün ya da on günde bir buluşuyoruz… Evlerimizin yakın olması da ayrı bir avantaj… Kahve içiyoruz, kadınca sohbetler yapıyoruz… Hayatı paylaşıyoruz… Bundan daha güzel ne olabilir ki…
Merhabalarınız oldukça, çevrenizde pek çok insan bulunuyor… İş ola demek istemiyorum elbette… Artık bizler insan sarrafı olduk, kolayca bize uyanları bulabiliyoruz… Çok noktanızın uyması gerekmez, yıldızın bir ucu tutsun yeter…
MERHABA
Elimi uzatıyorum
Bakışlarına
Akşam güneşi gülüşlüm…
Saçlarında sevda kokusu var
Sabırsız adım atışların
Yanlış zamanlara…
Arkanı dönüp gidişler niye?
Akşam yeli duyguların
Savrulu bulutlarda…

KİTAPLARA YOLCULUK
Kitap okumayı inanılmaz seviyorum. Okurken kendimden geçiyorum. Bazen o ya da bu karakter ben oluyorum. Elbette seçimim kadınlar oluyor… Zayıfın yanında yer almak hoşuma gidiyor…
Herkesin bir hikayesi vardır aslında… Romanlar bu hikayelerle doludur… Ama kurmaca ama gerçek… Kurmacalarda da gerçeklerden kesitler yer alır… Şu aralar Ahmet Altan’ın SON OYUN kitabını okudum. Yazarlar, biz okuyucuları şaşkına çevirmeye bayılırlar… Beklenmedik bir son…
Yine aldığım, dün bitirdiğim Scott Spencer’in KAĞIT GEMİ romanı… Hafif, kolay okunan ama düşündürücü… Bir zenci kadınla, beyaz bir erkeğin ilişkileri anlatılıyor… Elbette toplumda zencilerle beyazlara farklı davranışların sergilenmesi, sosyal baskı ön planda… Kafalardaki ön yargıların nasıl kolayca silinemeyeceği görülüyor…
Ben okuduğum kitapları zaman zaman tekrar okumaktan keyif alanlardanım… Milan Kundera’nın GÜLÜNESİ AŞKLAR başucumda… Çizdiğim, not aldığım yerleri bir daha okuyorum. Daha önce ilgimi çekmemiş ama hoşuma giden yerleri, bu kez farklı renkte kalemle işaretliyorum… Yıldızlar atıyorum, soru işaretleri koyuyorum… Benden izler kalıyor kısacası… Ben İZ BIRAKMAYI SEVİYORUM…
DESENİZ

Güzel bir gün başlangıcında
Mesela
“ Günaydın…” deseniz bana
İçimi aydınlatsa gülüşünüz
Güne aydınlık başlasam…

Ardından şöyle bir
“ nasılsınız…” deyiverseniz
Pek bir hoş olur inanın…
Sonrasında
Hoşbeşe geçiversek
Eşzamanlı gülüşlerle…

Daldan dala konarak
Sohbeti koyulaştırıversek
“ bir kahve içer miyiz?.. ” deyiverseniz
Yanaklarım kızarıverse utangaçlığımdan…

Ah! Siz,
neden önünüze bakıyorsunuz
başınızı kaldırıp
bakıverseniz de gözgöze gelsek
beni fark ediverseniz diyorum
ne dersiniz?


ŞİİR…
Şiir mi? Benim hayatımın tadı tuzu… O yoksa, nefes alamam… Hayatım onunla renklenir… Şiirle ruhum doyar, şiirle mutlanırım…
Ne kadar emek verilirse, o kadar şiirin hası dokunur gönüllerde… Her okunuşta, daha dün yazılmış gibi duruyorsa, taptazeyse, zaman direnmişse; bence şiirin hası o olmalı, derim… İçtenlik, yalınlık, dürüstlük…
Yıllar akar gider… Gider de bizden geriye kalan BİR AVUÇ SÖZDÜR…
Şiirse sözün bittiği yerdir… Siz susarsınız, sizin yerinize şiir konuşmaya başlar… Ne de güzel konuşur ama…
ŞİİR BAHÇEM

Özlemlerimin denizi
Bahar bahçem
Her ne varsa güzelden yana…

Portakal çiçeklerim
gece tütenlerim
tüm eski ve yeni düşlerim…

gümüş rengi bir deniz
güneş rengi şaraptır
yaşamak…

karbeyaz bulutların
en güzel duygularımın
eşsiz salıncağı…

yasemin kokulum
mor zambağım
her ne varsa sende
ben ordayım…


GÜNÜMÜN RENGİ…

Her sabah uyanınca günlük programıma bakarım… Her zaman bir şeyler vardır… Her güne göre az şeyler varsa, “ Peki başka ne yapabilirim? Hangi renkleri katabilirim? “ i düşünmeye başlarım.
Bilirim ki ben istersem ona güzellikler katabilirim. Onu renklendirebilirim…
Bugün de öyle görünüyor… Aklıma geliyor GÜLÜŞ (Gülfem/ ben ona Gülüş diyorum) Londra’dan tatile gelmiştir. Evleri de bana yakın, eğer Girne’deyse tabi…
Telefon ne güne duruyor… Arıyorum… Evet evet gelmiş, burada, üstelik de Girne’de… Yarım saat sonra onu almak için sözleşiyoruz…
Ben onun neredeyse on yaşından beri öğretmeniyim. Ağabeysi Ahmet’i de Yakın Doğu’da okutmuştum. Yılların öğrenci- öğretmen ilişkisinden çok anne- kız ilişkimiz var. Her şeyimizi paylaşırız. Çok sık görüşemesek de, içtenliğimiz anlatılmazdır.
Apartmanın balkonundan geldiğimi görüp aşağı iniyor… Kucaklaşıyoruz, özleşmişiz… Görüşmeyeli neredeyse altı ay olmuş.
Güzel kızım benim, zarif kızım… Atkuyruğu saçıyla öyle genç ve güzel ki! Eve gelinceye kadar durmadan sorular soruyorum. Kahvelerimizi içerken de çoook mutluyuz… O, üniversiteyi bitirmiş ama hemen master programına da yazılmış… Aferin kızıma… Çağımızda sadece üniversite bitirmek işe yaramıyor. Master de yapsın ki, diğer arkadaşları kadar donanımlı olsun… Hayatın kendisi yarış çünkü…
Ona yıllar boyunca anlattığım hikayeleri hiç unutmamış… Zaman zaman hatırlatıyor… Hayata, insana ve erdemlere dair hikayeler…
Yemeğimizi de birlikte yiyoruz… Aklımıza gelen her şeyi konuşup tartışıyoruz… Her konuda fikrimi soruyor… Ne mutlu bana…
Ona ayırdığım zaman dolunca, evine kadar götürüyorum. Gelecek hafta bir etkinlik var, belki birlikte gidebiliriz diye anlaşıyoruz…
Ben, emek verdiğim tüm öğrencilerimi gerçekten çok seviyorum… Yürekten hem de… Tanrım seni ve tüm gençleri korusun, kollasın… Sağlıklı ve mutlu olun her zaman… Sevgim sizlere ışık olsun…
AYŞE TURAL, 20 Temmuz 2013, Girne




Bu haber 3003 defa okunmuştur
  • merhaba melike  girne - 21.07.2013 Sevgili arkadaşım Ayşe tural hanımefendinin öyküsünde bahsettiği melike benim.Ben de onu tanıdığıma çok seviniyorum.onu çok seviyorum.İyi ki hayatımıza girdi

:

:

:

: