Sivil toplum örgütleri demokratik sistemin bir parçası olduğu için demokrasiyi özümsemiş ülkelerde önemli bir öneme sahiptir. Demokratik sistemi içselleştirmiş ülkelerde Sivil Toplum Örgütlerinin talepleri dikkate alınır, yasal süreç STK’ların çekinceleri ve önerileri doğrultusunda ilerler.STK’ların karar alma mekanizmalarındaki etkileri çağdaş demokrasilerde böyledir.
Ülkemizde ise STK’lar iktidarda olan partiye göre, hatta partinin başındaki isme göre etkindirler ya da değildirler. STK’lar içerisine düşürüldükleri bu durumdan kurtulacakları yerde, onlarca yıldır tam aksi istikamette gelişmeye sahne olmuş, siyasetçiye çok daha bağımlı hale gelmişlerdir. Bu bağımlılık bir yandan, devasa iktidar gücü karşısında üyelerin ve vatandaşın madden ve manen ezilmesi, kendisini savunamaz hale gelmesine neden olurken, öte yandan demokrasinin gerilemesi, siyasetçiye güvenin yok olması, toplumun mutsuz olması sonucunu doğurmuştur.
Bu olumsuz sonucun doğmasında, vatandaşın derdine çözüm bulma yönünde çaba sarf etmeyen siyasilerde, vatandaşın sesini duyurmakta isteksiz davranan STK yönetimleri de birincil derecede sorumludurlar. Yerine getirilmeyen bu sorumluluk nedeniyle en çok mağdur olan kesim hiç kuşkusuz çalışan, emekçi kesimdir.
Ülke siyasi tarihinin son on yılını irdelediğimiz de emeğin, işçinin yanında olduğunu savunan sol partilerinde, çalışanın hakkını alnının teri kurumadan vereceksin felsefesini yapan sağ kesimde kelimenin tam anlamıyla çuvallamıştır.
STK’ların içerisine düştüğü durum dünya standartlarına baktığımız da en diptir. Ülkemiz Sivil Toplum Örgütleri yaşanabilecek en acınası durumu yaşamaktadırlar. STK’lardaki bu çöküş nedeniyle siyasi istikrara hasret yıllar geçiriyoruz. Çalışan kendisini her dakika baskı altında hissediyor. Bir makama getirilen görevli, iş yapmaktan çok koltuğu nasıl korurum kavgasının içerisinde buluyor kendisini. Bu kavga en tepeden en zemine kadar her kademede devam ediyor. Bu durum kelimenin tam anlamıyla farklı kulvarda bir iç çatışmanın devam ettiği anlamını taşıyor. Bu çatışma halkımıza, kapanan havayolları, batan bankalar, yolsuzluk yapılan kurumlar, ülkeyi aydınlatmayan elektrik kurumu ve her alanda çöküş olarak geri dönüyor. Bu kısır döngü onlarca yıldır devam ediyor. Çözüm olarak ortaya konan her girişim, bilimsellikten uzak olduğu için başlamadan çöküyor.
Neredeyse her yazımızda Üniversiteleri adres göstermemizin nedeni, aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamaktan kurtulmanın yegâne yolunun, bilimin güvenilir kulvarına girmekten geçtiğine olan inancımızdır.
Üniversitelerimizden beklentimiz hiçbir siyasetçiden, hiçbir STK’dan davet beklemeden ülkede yaşanan aksaklıklara, tıkanmalara, çürümüşlüklere müdahil olmaları, siyasi yapı ve STK’ların yapısı başta olmak üzere her alanda tezler, raporlar hazırlamaları, çözüm yollarını göstermeleridir.
Geldiğimiz aşamada bundan başka çıkış yolu gözükmüyor.