YUSUF KANLI
Rum tarafında Kıbrıs Türklerinin kendileriyle eşitliğini kabul edebilecek bir zihinsel olgunluk seviyesi sağlanmadığı veya Kıbrıs Türklerinin eninde sonunda eşitlik talebinden vazgeçip “Kıbrıs milletinin” bir “nüansı” vaziyetine getirilmelerini kabul etmedikleri sürece değil 50 yüz elli yıl da geçse Kıbrıs sorununun çözülebileceğini düşünmek safdillikten başka bir şey olmaz.
Adanın Rum bölgesinden, güneyden adanın kuzeyine, yani Kıbrıs Türk bölgesine nasıl bakılıyor? Kıbrıs Rumlarına göre Kıbrıs Türkleri “kaslı ağabeylerinin” kovduğu yan binadakilerin yerine oraya taşınan işgalciler… Yani sadece Türkiye’den gelip adaya yerleşenler değil, Kıbrıs Türkünü de Rumların evini, yani topraklarını işgal edenler olarak görüyorlar. Hikâye falan değil 500 yıllık zoraki misafir lafları. Ellerinden gelse tüm Kıbrıs Türkünü kovacaklar, kurtulacaklar. Şimdi bizim bazı liboşlar aşırı iddialarda bulunduğumu falan söyleyecek, çözüm karşıtı olduğumu iddia edecekler.
Hadi canım sende! Rumlar değil miydi 1963-1974 döneminde “nihai çözüm” üretmeye, Kıbrıs Türkünü tümden katletmeye çalışanlar? Tamam zaman değişti, Rumlar da değişti, o günün şartları yok… İyi de geçen yazıda da vurguladım, güvenlik duygusu Türk askeri olmadan sağlanabilir, Kıbrıs Türkü kapısını kapatıp gece rahat uyku uyuyabilir mi? Düşünmek lazım.
Kuzeyden Rum bölgesi güneye bakıldığında ise işte bu güvenlik duygusu görülür önce. Tanrıya şükredilir 1974 de Türk ordusunun sağladığı güven ortamıyla nihayet güven içinde kendi topraklarında yaşama imkânı bulabildiği için Kıbrıs Türk halkı. Bu iş sağ, sol, ilerici gerici meselesi değil; bu var olma meselesi. Bu teknede hep birlikteyiz. Yeri gelmişken söyleyeyim, Anavatana şükran duyuyoruz. Beni tanıyan müstemleke girişimlerine, seçilmiş Kıbrıs Türk yöneticilerine müstemleke mantığıyla saygısızlık eden yabancı seçilmişlere de atanmışlara da tahammülsüzlüğümü herkes bilir. O başka mesele ki üzerinde her Kıbrıslı Türkün siyasi çizgi farkı olmadan hassasiyetle durması gerekir. KKTC’nin giderek tarikatlar cumhuriyeti haline gelmesi, tarikatların savaş alanına döndürülmesi, diyanet destekli dindarlaşma kampanyaları Kıbrıs Türk dokusuna ters. Uyanmalı herkes bu tehlikenin büyüklüğünü idrak ederek.
Konumuza geri dönersek, Kıbrıs Türkü açısından Rumlar kendisiyle birlikte eşitlik içinde aynı vatanı paylaşan diğer halk. Aralarında ilişki azınlık veya çoğunluk ilişkisi değil, aynı vatanda eşit iki halk ilişkisi. Dün böyle mi idi? Değildi. 1963 de öyle düşünülmüş, kuruluş anlaşmaları anayasa öyle dizayn edilmişti, Rumlar kabul edemedi, 1963-1974 yaşandı. Ama 1974 den bu yana böyle.
Kıbrıs sorunu dediğimiz mesele haricinde maalesef iki halk arasında derin algı ve beklenti farklılıkları vardır. Mesela Kıbrıs Türkleri “Kıbrıslıların sahip olduğu, Kıbrıslıların yürüttüğü çözüm süreci” dediklerinde mantıklı bir süre içerisinde Kıbrıs meselesinin tüm boyutlarının bütünlüklü ve yaşatılabilir bir çözüme ulaştırılması, adaya ve iki halkına idame ettirilebilinir bir çözüm, birlikte ortak bir gelecek çizme imkânını talep ettiklerini anlatırlar. Bu federasyon, konfederasyon veya iki devletli çözüm olabilir, fark etmez. Mesele uzlaşıya dayalı ve yaşatılabilir olması, gerginliğin, düşmanlığın tarihe gömülebilmesi, barış içerisinde ileriye bakılabilmesidir.
Rumlar için de öyle mi? Maalesef hayır. Onların aynı süreçten anladıkları görüşür gibi yapıp hiçbir şey görüşmemek, zamana oynamak ve zaman içerisinde Kıbrıs Türklerinin ortaklık taleplerini unutturarak bazı ileri azınlık haklarıyla “Kıbrıslı” milleti içerisinde nüans haline getirmek, osmosis ile Kıbrıs sorununu “halletmek.” Hepsi o kadar. Siyasi çizgisi fark etmez, sağcısı da solcusu da, faşisti de komünisti de aynı kafada…
Kıbrıs Türkleri ise hangi siyasi çizgide olursa olsun “idame ettirilebilinir çözüm” talebinde birleşiyorlar.
Kıbrıs’ta çözüm nasıl kalıcı olabilir? Basit. Adanın her iki halkının serbest iradesiyle kucaklayabileceği, her iki taraf açısından da acı ödünlerle döşenmiş bir uzlaşı anlaşma yapılabilmesi halinde çözüm kalıcı olabilir. Tek tarafın taleplerinin yerine geldiği, diğer tarafı buruk acıya gömen bir anlaşma herhalde kalıcı olamaz. Annan planına bazılarımız hayır dedi, çoğumuz evet dedi, Rumlar reddedince de tarihin çöplüğüne gitti. O zamanki ruh hali Kıbrıs Türkleri önüne ne konursa evet diyeceği şeklinde idi. Bıkkınlık vardı, bezginlik vardı, geleceği görebilme arzusu vardı. Dünya Kıbrıs Türkü evet desin diye yoğun bir kampanyaya girişmiş, Rumlar nasıl olsa evet diyecek diye o taraf ihmal edilmişti. Sonuç hezimet oldu planı hazırlayanlar için, o plan kabul edilince “soğukta kalmayacaklarına” inandırılan Kıbrıs Türk halkı ve dönemim siyasi liderliği için.
Annan planı çok mu iyi idi? Hayır, Kıbrıs Türk halkı için büyük acılar içeriyordu… Rumlar için de. Varılacak yeni anlaşma – eğer mümkün olabilir ise – üç aşağı beş yukarı aynı çizgide olacaktır. Siyasi analiz yapan birisi olarak benim bunu söylemem ile Kıbrıs Türk halkını bugün temsil eden siyasetçilerimizin bu söylemesi arasında elbette ki büyük fark vardır. Görüşmeler başlarken ne dediğimize dikkat etmemiz, ne anlama geleceğini iyi hesaplamamız gerekir.
Rum kesiminde son birkaç gündür Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin Ankara temaslarında ve benim de eski başkanlarından olduğum Diplomasi Muhabirleri Derneği üyeleri ile yaptığı toplantıda söyledikleri tartışılmakta. Bu tartışmalar iki tarafın algı ve beklenti farklılıklarını gözler önüne seriyor esasında.
Sayın Nami’nin 'Biz Türk tarafı olarak Annan Planı'ndaki toprak tavizi kadar rahat bir noktada olamayacağımızı karşı tarafa ilettik. O günden bugüne 10 yıl geçti, Maraş bölgesi hariç, toprak düzenlemesine tabi olacak bölgelerde ek yatırımlar oldu, hayat devam ediyor. O yüzden, o denli bir tavizi vermek daha zor. Ama toprak düzenlemesi üç aşağı beş yukarı o haritada neyse ona benzer bir şekilde olacak' ifadesi elbette ki görüşmelerin en başında elimizi açmak anlamına geldiği için bizim açımızdan büyük bir yanlış. Ama bakın Rum tarafında olay nasıl algılandı? Yayınlarda ısrarla Türk tarafının “İngilizlerin yazdığı Türk planı” Annan planı toprak-harita düzenlemesini tekrar ısıtıp sunduğu iddia edildi.
Haklılar belki de. En azından bizim kadar “ille de çözüm” mantığıyla teslimi değil, görüşmeyi, pazarlığı tercih ediyorlar, ve en üst noktadan pazarlığı hedefliyorlar. Bizim siyasetçilerimizin de biraz düşünüp kendilerine yeni bir sıfırlama yapmalarında yarar yok mu?
Diğer yandan Nami’nin “Ocağa kadar anlaşma, Mart'ta referandum” sözü de Rumları delirtmiş gibi? Niye? Bu kez kaçamayacaklarından mı korkuyorlar? Yoksa, Mart’ta ikinci kez referandumda hayır derlerse, ki şimdiki hava o, o zaman KKTC’nin tanınmasının önünde duramayacaklarından mı korkuyorlar? Bana sorarsanız boşuna korkuyorlar çünkü ikinci değil onuncu kez de hayır deseler bir şey değişmeyecektir. Sebep ise gayet basit ve biz kaynaklı: Ankara kafa değiştirip tanınmanın önündeki ambargosunu kaldırmadıkça, bağımsız bir KKTC’yi bizzat Türkiye tanımadıkça KKTC tanınmayacaktır.
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
Bayramlar, bilhassa dini bayramlar, önemli günlerdir. Toplumsal kaynaşmayı, birlikteliği, yeni başlangıçları simgelerler. Sadece küsleri barıştırmaya, kırgınlıkları geride bırakmaya yarayan günler değil, aynı zamanda hesaplaşmayı, kendi kendimizle de muhasebeleşmeyi sağlayan, sağlaması gereken günlerdir. Vicdanların rahat olduğu bir toplum elbette ki mutlu bir toplumdur.
Yeni bir mübarek bayramın arifesindeyiz.
Yarın camiler dolacak, müminler ellerine şükran duygularıyla kaldıracak, hayatın hayhuyundan bir nefes alıp huşuyla sarılacak kollar birbirine, eller varacak dudaklara, alınlara...
Elbette ki başta sevgili annemin, kardeşlerimin ve akrabaların, tüm KKTC halkının mübarek bayramını kutluyorum.
GEÇMİŞ OLSUN
Cumhurbaşkanımız Sayın Dr. Derviş Eroğlu küçük bir kaza atlatmış. Kendisine ve ailesine geçmiş olsun diyor bayramlarını kutluyorum.