Önce sağlık

Uykumun içinde boynumun ince ince sızladığını fark ediyorum.

Uykumun içinde boynumun ince ince sızladığını fark ediyorum. Akşam, okumaya dalınca boynuma esen rüzgara aldırmamıştım. Sağlık dikkatsizliği es geçmiyor anlaşılan… Sabaha karşı bir yandan diğer yana dönerken zorlandığımı hissediyorum.

Sabahleyin pek de üzerinde durmuyorum. Kas gevşetici bir kremle ovup güne başlıyorum.

 

Ankara’dan gelen konuklarıma sözüm var. Onları bugün otellerinden alıp Karmi’ye götüreceğim. Karmi, Kıbrıs’ta çok sevdiğim yerleşim yerlerinden biri… Sessiz, sakin ve huzurlu… Beşparmaklar’ın kucağına sokulmuş gibi görünen şirin bir köy. Beni en çok çeken tarafı taş, kaya, kum ya da bir karış toprak demeden her yerden fışkıran çiçek, ot, ağaç… Susuzluktan onlar da nasibini almış, nazlanarak büyüyorlar. Badem, portakal, incir ağaçları yasemin ve cemilelerle ( begonvil) sonbahar sohbetini bir iyice koyulaştırmış. Bize pek yüz vermediler. Ara sıra esen rüzgar, sararan yaprakları tatlı bir hışırtıyla biraz öteye bir duvarın dibine sürüklüyor.

 

Daracık sokakları keyifle adımlarken çiçek ve ağaç adı verilmiş sokaklarını konuklarıma tanıtıyorum. Artık neredeyse gözü kapalı olarak isimlerini sayabilirim. Zakkum, Sardunya, Zambak, Yasemin Sokağı, İncir Geçidi… Evlerin balkonlarında havalanması için güneşe konmuş yastıklar, yorganlar var. Aralık kapılardan hafif bir müzik sesi bu sakinliğe eşlik ediyor. Yürüdükçe daha yukarılara çıkıyoruz. Küçük meydanda bir kadın kedileri doyuruyor. Besili, kocaman sarman, tekir cinsi, siyam karışımı kediler. Keyifle mırıldanıp ara sıra da kapışıyorlar. Köşeyi dönünce nilüfer havuzuna ulaşıyoruz. Nilüferler sarı sarı açmış bile.

 

Derken Karga Yuvası denilen lokantamsı yerde mola veriyoruz. Burayı çok önceden biliyorum, her fırsatta da mutlaka uğruyorum. İncir ağaçlarının çevrelediği minicik bir bahçe… Bölgede yaşayan yabancılar belli ki kış için buralara dönmeye başlamış, üç- beş masada sohbet eden arkadaş grupları var. Biz de meyve suyu, bira… alıp oturuyoruz. Biraz sonra köpeğini tasmasından tutmuş biri geliyor. Konuklarımın en küçüğü bir buçuk yaşındaki Tunahan, sevinçle ellerini çırpıp ona doğru koşuyor. Hayvanların önsezileri harika… Hemen minik arkadaşını koklayıp yalıyor. Birkaç basamak aşağıdaki minik bahçede iki yaşlı adam bir çeşit taş oyunu oynuyor. Arada hafif şakalaşmaları kulağımıza geliyor.

 

 Buraya kışın gelmenizi tavsiye ederim. Soğuk havalarda içerde şömine çıtır çıtır yanıyor, sıcacık içeceklerle  içinizi ısıtırken bir yandan da alçak sesle sohbet edebiliyorsunuz.   

 

Akşam yavaş yavaş dağlardan inerek tıpkı bir şal gibi omuzlarımızı sarıyor. İçimiz ürperirken gitme zamanı, diyoruz. İstemeyerek kalkıyoruz. Boynum zonklayarak bana kendini hatırlatıyor. Hastalıklar gece olunca artar derler ya…

 

Kocaman gölgeleri arkamızda bırakarak kıvrıla büküle denize doğru iniyoruz. Sonra otele yöneliyoruz. Konuklarım onlarla akşam yemeği yemem için ısrar ediyor, ediyor ya döndüremediğim boynum isyan ediyor. Bir an önce eve kapağı atmalıyım. Saatlerdir dişlerimi sıkıyorum. Bir ara ağrı kesici de içtim ama bana mısın demedi.

 

Vedalaşıp yanlarından ayrılıyorum. Yol boyunca boynumu ovalamam işe yaramıyor. Sıcak bir bardak süt içip uzanıyorum. Galiba bir saat kadar yatakta dönüp duruyorum. Adale gevşeten krem, ütüyle ısıtıp boynuma doladığım havlu hiç mi hiç, işe yaramıyor. Gece on buçuk sıraları kalkıp giyiniyorum. Daha gecikmenin anlamı yok. Acil servise gidip iğne yaptırmalıyım. Yılda bir kez başıma gelen bu olaya alıştım artık. Ama kendimi korumayı öğrenememişim demek ki… Çocuklar yapsa, söyleniriz oysa…

 

Hastane eve çok yakın. Beş dakika sonra arabayı park ediyorum. Ortalık bayağı loş… İçim ürperiyor. Oysa buralarda bir güvenlik görevlisi bulunmalıydı. Kızım acını unuttun yine etraftaki olmazlara bakıyorsun. Acil’den içeri giriyorum. Bekleşen birkaç kişi var. Boynumu tutarak elimle işaret edip görevliye geçişi açtırıyorum. Hemen bilgisayardan ismim aranıyor. Biraz bekleyin diyorlar. Bilgilerim kontrol ediliyor.

 

İçerden çok zayıf, sıska denecek kadar zayıf bir kız tekerlekli iskemlede çıkarılıyor. Görevli, alçak sesle genç kızın intihara kalkıştığını anlatıyor ardından. Telaşla bir taksiden iki büklüm bir kadın indiriliyor, Belli ki sancısı var. İçerden, eline dikiş atılan gencin sesi bana kadar ulaşıyor. Hemşireler oradan oraya koşuşuyor. Benimki acil sayılmıyor. Yarım saat kadar bekliyorum. Etraf beklediğimden daha temiz.  

 

Nihayet girebilirsiniz diyorlar. Nöbetçi doktor sorular soruyor. Penisilin alerjimi hatırlatıyorum. İki iğne yapıyorlar ardı ardına… Canım yanıyor. Eh, dikkat etmezsen bunu hak edersin kızım… Tansiyonum yüksek çıkınca, tansiyon hastası mısınız diyorlar. Yok canım bende ne gezer… Ben düşük tansiyonlu şanslılardanım.

 

Boynumu tutarak ayrılıyorum. İnsanın neresi ağrıyorsa canı orada derler… Ardımda bıraktıklarıma acil şifalar diliyorum. Hastane sonuçta… Bin bir derdi olan gidiyor. İyinin orada ne işi var ama değil mi?

 

İnsan hastalanınca iyiliğin değerini anlıyor. Koca Kanuni Sultan Süleyman bile

“ Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi…”  sözünü boşuna söylememiş ya…

 

Sağlıklı ve güzel gün dilekleri sizinle olsun. Yarın çok güzel bir gün olacak buna yürekten inanıyorum.

Bu haber 3580 defa okunmuştur

:

:

:

: