ATATÜRK VE 10 KASIM…

Çocukluğumdan beri kasım ayı benim için hep 10 Kasım demek olmuştur. Türk’ün Atası, Mustafa Kemal Atatürk’ümün ölüm yıldönümü… Kasımpatılar açtığında da kasım gelmiş demektir.


Çocukluğumdan beri kasım ayı benim için hep 10 Kasım demek olmuştur. Türk’ün Atası, Mustafa Kemal Atatürk’ümün ölüm yıldönümü… Kasımpatılar açtığında da kasım gelmiş demektir. 10 Kasımlarda okuldaki törenlere en çok götürülen, demet demet taşınan da bu çiçektir. Keskin kokusu, ebruli renkleriyle kasımpatılar… Belki de bu yüzden evimin bahçesinde yürüyüş yoluna onlardan ektim. Mor zambaklarla iç içe… Zambak zamanı geçince kasımpatılar açıyor, onlar bitince de zambaklar…

“Seni
Tanımakla
Güçlendim, kuvvetlendim
Dağlarım, denizlerim, ırmaklarım dedim.
Hey hey! İnsanım, ulusum, koca Türk’üm dedim
Gün görmüşlerim, devran sürmüşlerim, özgür
Yaşamışlarım dedim…”

Atatürk’ü anma duygusu ( 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim ya da 10 Kasım…) ne zaman olursa olsun, bana UMUT veren, HUZUR veren bir duygudur…
Birine güvenme, “ İyi ki vardı…” düşüncesi, ne kadar mükemmel ve olağanüstüydü diyebilme şansı vermiştir, her zaman… İşte o ATATÜRK’tür benim için.
Düşüncelerindeki YARINLARI GÖRME yetisi, ulusunu bugünden AYDINLIK GÜNLERE ulaştırma arzusu ve isteği onu ATATÜRK yapandır.

“Asıl
Zorlu savaş
Şimdi bekliyordu bizi
Gerçekten, temelden, kökten kurtuluş için
Düşüncemizde, duygularımızda, alışkanlıklarımızda
Kendi kendimizle, kendi karanlığımızla kıyasıya savaşmalıydık
Silkinip atılmalıydı batıl, uzun geceler bitmeliydi, sabaha ulaşmalıydık…”
ATATÜRKÇÜLÜK: Bir ülkenin, bir toplumun dirilme, güçlenme ve kalkınma davasıdır. Topyekün batılılaşma ve laikleşme yolu ile çağdaşlık düzeyine erişme davasıdır.
Ne yazık ki son zamanlarda ATATÜRKÇÜLÜK kavramını kişisel eğilimlerine ve çıkarlarına göre çeşitli yönlere çekmeye çalışanlar vardır. Hatta daha da ötesi, onun düşünce ve ilkeleri unutturulmaya, izleri silinmeye çalışılmaktadır.
Onun “ Naçiz vücudu kara topraktadır…” Acizler, onun düşüncelerinden korkmaktadırlar. Öyle ki heykellerini ve fotoğraflarını kaldırarak onun fikirlerinden kurtulmayı ummaktadırlar…
“ bir inanış
Bir taze besmele
Gönülden gönüle, dilden dile
Dolaşmalıydı köyden köye, kentten kente…”

ATATÜRK SEVGİSİ, öyle bir şeydir ki yüreklerdedir, beyinlerdedir… O’nun düşüncelerini hangi toplum uygularsa oraya aydınlığı, özgürlüğü ve eşitliği getirmektedirler… Ne mutlu!
“ Ben
Doğan
İlk ışıkta
Son batan güneşteyim
Uyanık düşüncede, uykuda, düşteyim ben…”
(Şiirin adı: Atatürk İlkeleri/ İbrahim Minnetoğlu/ Türk Dili, 158/ Kasım 1964)
Unutmayalım, bize bugünleri armağan ettiği için hala O’na minnet borcumuz var…
ATATÜRK İLKELERİNİ BİR KEZ DAHA HAYKIRALIM:
CUMHURİYETÇİLİK
MİLLİYETÇİLİK
HALKÇILIK
DEVLETÇİLİK
LAİKLİK
DEVRİMCİLİK…
ATATÜRKÇÜ OLMAK demek, onun yüzünü görmek demek değil; düşüncelerini öğrenmek, uygulamak ve en önemlisi toplumunu sevmek, o toplumda yaşayanlara EŞİT davranabilmektir…
Sen sonsuzluk gibisin. Sana olan sevgimiz, saygımız ve bağlılığımız sonsuza kadar sürecektir…

VE PERDE…
LEFKOŞA BELEDİYE TİYATROSUNDA ' ADA' OYUNUNU İZLEDİM...

Tiyatro sezonu başladı. Çok mutluyum. Biliyorsunuz oyun, her cuma ve cumartesi akşamları sahneleniyor. Ben bu akşam gittim.
Birkaç gün önce Yaşar Ersoy beni aradı. Ne büyük mutluluk… Hani hep derim ya, aklımdan geçenlerin cevabı gelir diye… Bir gün öncesinden, bu hafta tiyatroya gitsem, diye aklımdan geçirmiştim. Ama cuma mı, cumartesi gecesi mi, olsun diye kararsız kalmıştım. Konuşurken hemen Cuma uyar dedim. İyi ki öyle demişim. Yazdan kalma bir yıldızlı gecede oradaydım. Biraz erken gidip fotoğraf çeker sohbet ederiz diye düşündüm.
Arabamı park ettiğimde edebiyat öğretmeni öğrencim Cemay ONALT ve şeker kızı beni karşıladı… Aynı sıcaklık içerde de tanıdıklarla sürdü.
Yaşar Beye haber verdiler, sağ olsun kırmadı, geldi, ayaküstü konuştuk. Hazırlanan çocuk oyunundan da söz etti. HATİCE TEZCAN sahneye koyuyormuş…

Salon neredeyse doldu. Birkaç sandalye boş kaldı. Oyunun başlamasını beklerken o fısıltılı sessizlik insanı gerçekten büyülüyor. Böyle bir yerde bulunmanız, sizi özel hissettiriyor… Tiyatronun büyüsü buradan geliyor demek ki…

Athol FUGART'ın eserinden çeviren Yücel Erten... İki kişilik bir oyun... Her zamanki gibi uyarlayan ve yöneten Sevgili YAŞAR ERSOY...
Oyunun konusu, ÖZGÜRLÜK savaşı veren bir toplumda MÜEBBET alan iki KADIN’ın ruhlarını koruma savaşıydı. Dayak, aşağılanma, tecavüz… Her şeye rağmen ayakta kalabilme, umuda tutunma…

Oynayanlar: ÖZGÜR OKTAY ve DÖNDÜ ÖZATA... Ben oyuncuları performanslarından dolayı ayakta alkışlıyorum... Doksan dakika izleyicileri sahneye kilitlemeyi bildiler... Özellikle FİNAL muhteşemdi, şaşırtıcıydı...

Tüm sahne, dekor, kostüm ne varsa GRİydi… Doğru seçimdi elbette… Kendinizi oyuna kaptırıp bunalıyordunuz… Bazen bir bazen diğer karakter olmak, duygularını anlamak sizi yoruyor gerçekten… Zaten TİYATRO böyle izlenirse etkili olur. Köşeye sıkıştırlmış ruh hali sizi kasıyor… Bir buçuk saat sonra çıktığımda kaslarımın ağrıdığını hissettim.
ÖZGÜRLÜK denilen o inanılmaz duygunun değerini bir kez daha anladığımı itiraf etmeliyim… Her şeyi sizinle paylaşırsam anlamı kalmaz. LÜTFEN GİDİN, GÖRÜN…

Oynayanların heykelleri sahnedeydi. Sevgili öğrencim SEVCAN ÇERKEZ'in ellerinin yoğurduğu mükemmel sanat eserleriydi... İçtenlikle kutlarım, Zaten kendisi de tiyatrodaydı... Beğenilerimi dile getirme fırsatı buldum.
Ben IŞIKÇIsından, dekor-kostümcüsüne kadar emek veren herkesi içtenlikle kutluyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar…

MUTLAKA GİDİP BU OYUNU GÖRMELİSİNİZ... Tiyatro bize bizi, bizimle öğreten bir sanat dalıdır...

YAŞAMDA AYAK İZLERİMİZ…
GERÇEK ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ

Kişilik olarak özgür bir yapım var. Baskılara, yasaklara tahammülüm yok. Kısıtlamalara dayanamıyorum. Hepimiz farklı karakter çizgileri taşırız... Kimi, birine bağımlı yaşamaktan hoşlanır, onsuz kararlar alamaz. Hatta o kişi olmadan nefes bile alamaz. Herhalde kendine yetmeme duygusundan kaynaklanır diye düşünüyorum.

Alman psikolog Peter LAUSTER:
' Geniş ve sınırsız özgürlüğ...ün, ruhunu dolduran mutluluğu, senin kişisel mutluluğundur... Bu mutluluk başkasına aktarılamaz. Bunu ancak, belki bir ŞAİR, o da şöyle böyle aktarabilir. Asıl sorun MUTLULUĞU YAŞAMAKTIR, aktarmak değil...' der.

Ruh özgürlüklerimizi hangi oranda, nasıl yaşayabiliriz gerçekten? ÖZGÜRLÜK bir varoluş biçimidir... Yaşadığımız ortama, zevk aldığımız nesnelere, en önemlisi de kültür düzeyimize göre büyük farklılıklar gösterir...

LEFKOŞA’DA SABAH

Gün
Beşparmaklar'ı
Bir arpa boyu aşıyor...
Sabah dinginliği
Sarıp sarmalıyor ruhumu...
Serinliğinde ürperiyor içim
Gözlerimi kapatıyorum,
Kirpiklerimde portakal renkli güneş...
Uzaktan
Serçelerin sabaha 'Günaydınlar'ı...
Yeşile çıkıyor
Güne 'Merhaba' diyen ağaçlar...
Çığlık çığlığa yalnızlık...
Yaşamın ayak sesleri geliyor hafiften...
Gölgesi düşecek az sonra
Sokaklara
Lefkoşam’ın...
Ayşe Tural

SOKAĞIMIZ

Bir tatil sabahı... Doğup büyüdüğüm yerlerdeyim. Evimiz, çocukluğumun evi değil artık. Değişen zamana o da ayak uydurmuş, beş katlı modern bir apartman şimdi...

Eskiden üç katlı, dışı tahta kaplamalı şirin bir evdi... Kapı önündeki sarmaşık borazan şeklindeki çiçekleriyle, minik pencerelerini sevgiyle sarardı. Bir de yol kenarında sıralanmış, mis kokularıyla ıhlamur ağaçları... Pencerel...erinden anneannemin tenekeler dolusu katmerli karanfilleri sarkardı... Çocuk hayallerimde bu evin çok özel bir yeri var...

Sokağımızda zamana direnen evler hala var. Sabriye Teyzenin evi, teneke kaplı yüzü, çerçeveleri çürümüş pencereleriyle sanki, zamana meydan okur gibi... Altında oyunlar oynadığım erik ağacı yok, bir de arkadaşlarım...

Tombul bir tekir kedi, sokağı tembel tembel geçiyor. Motosikletli genç, pat patlarıyla bir çalım uzaklaşıyor. Kucağında çocuğuyla bir anne, karşı komşunun kapısını çalıyor...

Yaşam, anlaşılması güç bir zaman dilimi... Akılda kalan hep güzel anılar... Biraz buruk, biraz geçmişe özentili... Yine de ben, bu sokakta geçen çocukluğumu, oyunlarımı, saklambaçlarımı arıyorum. Gözlerimi kapayınca, onları tekrar tekrar yaşıyorum...

HOŞÇA KAL ERİK AĞACI
bebeklerimi dallarına astım
iyi uyut erik ağacı
çiçeklerin
çocuk hayallerimde kaldı
gölgesinde ortancalar...

çığlıklarımı geri ver
ne olursun!
saklambaçlarım ...
kovuklarında saklı...

ben artık büyümüşüm
oyunlarım sende kaldı
sen de artık çürümüşsün
HOŞÇA KAL erik ağacı...

(Ayşe Tural, Farklısınız/s. 43)

SİZİN YILDIZLARINIZ...

Gece ne zaman gökyüzüne baksam, kendimi sonsuzlukta kaybolmuş gibi hissederim. Bu kayboluş, yok oluş demek değildir. Aksine var oluşun güzelliği, tanımlanamaz hoşluğudur...

Yıldızlar göz kırparken, yaşamı düşünürüm. Onlar yaşamdaki yıldızları düşürür aklıma... Gerçekten hepimizin yıldızı var mı? Elbette var... Onlar bize YAŞAMA UMUDU veren, güzellikler armağan eden minik ı...şıklar...

Karşılaştığımız her insan, bize sıcacık bakan bir çift göz, tanımadığına gülümseyen yüz... Başımız sıkıştığında, beklemediğimiz anda yanı başımızda bize elini uzatan yabancı... Sadece FARK etmektir o olayları farklı kılan...

Bence düz yaşamamalı... Yemek, içmek, para biriktirmek... Başka amaçlarınız yoksa, idealleriniz bitmişse, umutlarınıza çizgiler çekmişseniz, düz yaşıyorsunuz demektir. Her şeye basit gözle bakan insanlarla yaşamak, farkındalığı çok olan insana zor gelir...

Benim bir masalım var; hem de çok güzel bir masal... İnanıyorum sizlerin de bir masalı var... Duygularımız, düşüncelerimiz, yarına dair umutlarımız...

Masalımın içinde sizlerden gelen yıldızları, ışıkları yakalamam gerek... Onlar beni aydınlatıyor.
Bu ışık SEVGİDİR...
Bu ışık İLGİDİR...
Bu ışık BÖLÜŞME, PAYLAŞMA, BİRBİRİNİ ANLAMAKTIR...

Kaçımız en yakınımızdakinin gözlerine bakarak umutsuzluğunu anlıyor? Kaçımız bir anın güzelliğinin farkına varıyor? Mutlulukla içi titriyor...

Birlikte bakmayı, görmeyi öğrendiğimiz gün, YILDIZLARIMIZ ÇOĞALACAK... İşte o zaman, gecelerimizin aydınlık günlerden farkı kalmayacak...

MUTLU GÜNLERDE BULUŞMAK ÜZERE…
Bu haber 2985 defa okunmuştur

:

:

:

: