Sevgili gençler bu sözlerim size...
Bu yaşam denizine, hatta yaşam okyanusuna balıklama dalamazsınız. Önce donanımlı olmalısınız. İşte bu noktada önce kendinizi gözden geçirmelisiniz. Aile, okul ve çevre üçgeninde gelecekte size gerekli olan deneyimlerinizi arttırmalısınız. Neler mi bunlar?
Öncelikle kendinizi tanımak… Eksiklerinizi bulmak ve o yönünüzü güçlendirmek… “Ben kimim?” sorusuna cevap... aramakla başlayabilirsiniz işe… Benim hangi özelliklerim var?
Bunların kaçını geliştirebilirim? Geliştirmek için hangi çalışmaları yapmalıyım?
Ben nasıl bir insan olmak istiyorum? Toplumda söz sahibi olan, hedeflerine odaklı, kararlı, sevecen, özverili… Hedeflerim neler? 20 yaşıma geldiğimde, ne yapıyor olacağım? Hangi üniversitede eğitim görüyor olacağım. Ya 30 yaşımda mesleğimin zirvelerine doğru yol alıyor olmalı mıyım? 40 yaşımda nelere sahip olacağımı ŞİMDİDEN tasarlamalıyım. Kısacası hayatınızı programlamalısınız. Tıpkı bir bilgisayar programcısı gibi…
Ana çizgileri belirlediğinizde, başarıya odaklandığınızda, onu renklendirmek o kadar kolay ki! Bu neye benziyor biliyor musunuz? Kocaman bir eve sahipsiniz… Size, evin içinin döşenmesi, renk seçimi, aksesuarlarını almak kalmış… Zaten işin en zevkli yanı da burası…
Başarı, size mutluluğu da zenginliği de, ruhsal ve bedensel gücü de getirecektir inanın bana. En çok da YAŞAMA SEVİNCİNİ… Sizi çok sevdiğimi biliyorsunuz...
SÜRGÜN
aşkımız
bir sürgün
tadı
ölüm gibi
doğum gibi
YAŞAMAK gibi...
zincirin halkalarında zaman
ben sana tutsak
yüreğimden...
( Ayşe Tural)
Hedefleriniz büyük olsun hayalleriniz de…
Yaşamın içinde başarılı olabilmenin en sağlıklı yolu, kendimize hedefler koymaktır. Dikkat ederseniz hedef demedim, hedefler dedim. Birden çok hedef: Ulaşıldıkça hemen arkasına bir yenisini eklemek gerek… Çünkü yaşam sürüyor. Yaptım, bitti deyip bir kenara çekilmek yok…
Hedef belirlenince yapılacak ilk iş de, doğal olarak hedefe kilitlenmektir. HAREKETE... GEÇİN- PLAN YAPIN- HESAPLAYIN ve KOŞUN… Yaşamın lezzeti, onun keyifli olmasından geçer. Yaşam bir alışkanlıksa ki öyle… Öyleyse onu keyifli bir alışkanlığa dönüştürün… Güzel yaşama alışkanlıkları edinin mesela. Doğayı fark edin. Siz onun, o da sizin bir parçanız aslında. Yürüyüşlere çıktığınızda, sorunların çantasını da boynunuza asarak yürümeyin, lütfen… Çünkü sorunlar, sizin peşinize düşmeye bayılırlar.
KAYIP
öyle alışmışız ki
her şeye EVET demeye
HAYIR diyeni görünce
şaşıp kalıyoruz...
AHFEŞ'in keçisiniz de geçtik çoktan
boynumuz koptu
kafa sallamaktan...
(Ayşe Tural)
KİTAPLAR NE İŞE YARAR?
Kitaplar, her yaşta insanın farkındalığını arttırır. Farkına varmak demek, çevremizde, ülkemizde, dünyada ve evrende nelerin olup bittiğini anlamaya çalışmak demektir. Her önümüze konanı sorgulamadan kabul etmemek demektir.…
Sürü zihniyeti ile güdülmemektir. Zahmet edip düşünmek, sorunlara çözümler aramak demektir. Her söylenene, doğru muamelesi yapmayıp, Ahfeş’in geçisi... gibi kafa sallayıp onu kabul etmemektir.
Biliyorum, bu da kim, diyorsunuz. Anlatayım:
Ahfeş, Yunanlı bir filozoftur. Çevresindeki insanlar, her önüne gelenle fikirlerini tartışmak istediği için, ondan bıkarlar. Aslında onu anlamadıkları için ondan kurtulmak isterler. Çözüm bulunur hemen.
Ahfeş için dağın başına bir kulübe yaparlar, yanına da bir keçi verirler. Keçinin sakalına da bir ip bağlarlar. Filozof anlatır, keçi dinler. Zaten keçiler başlarını sürekli sallayan hayvanlardır. Ahfeş, anlattıklarından sonra keçiye, “Öyle değil mi?” diye sorar. Keçi, inadı tutup da kafasını sallamazsa, Ahfeş, sakala bağlı ipi çeker.
Düşünen, sorgulayan birey olabilmek emek ister, araştırma ister, kafa yormayı gerektirir. Çevrenizde olup bitenlere karşı sorumluluk ister. Adam sendecilik ve bananecilik sökmez bu noktada…
Kitaplara yolculuğunuz hiç bitmesin efendim...
Mor Zambaklar
Ne zaman mor zambaklar görsem
Hani ortaları sarı sarı
Mis gibi zambaklar...
Bana çocukluğumu hatırlatır
Yemyeşil yaprakları
Gururlu insanlar gibi
Başları dimdik...
Bir sürü tomurcuk ...
Akşam olurken
Başımı döndürür
Yaşamın kokusu gibi...
Ne zaman
Zambakları hatırlasam
Yaşama oradan başlamak isterim...
HAYATI OKUMAK... AMA NASIL?
Bizler hayatı doğru okumalıyız. Hayatla didişmek yerine bazen de hayrımıza olsun, diyerek olayları akışına bırakmak gerek. Geriye dönüp bakarsak eğer, bugünün dünlerden bizim için hazırlandığını anlayabiliriz. Negatif olmak yerine pozitifliği seçmek, öfkeyle kalkmak yerine sakince ve gülümseyerek olaylara bakabilmek bizim yararımıza olandır her zaman...
İnsanız... Yanlışlar yapabiliriz... Bundan daha doğal bir şey olamaz. Yine de ne olursa olsun olaylara soğukkanlı bakabilmek gerek diye düşünüyorum. Olaylara verdiğimiz cevaplar farklı olursa kazançlar da değişir.
GİTME
mevsimler değişir, cemreler düşer
baharlar iner suya
ellerin ellerimi bir başka sever
kucağın yangın yeri...
sana dokunduğum zaman
çiçek çiçek açar erguvanlar
bahara durur gönlüm...
...
gitme
yangınlar kentidir yüreğim ayrılıklarda
gitme
ellerim üşür yalnız fotoğraflarda...
bir yaprak düşer
bulutlanır gözlerim
Samanyolu'nda yıldız yağmuru
öpüşür bir çift kumru sazlıklarda...
yaşamın sıyrılır peçesi gözlerinden
umudun aydınlığı
inadına kamaştırır yüreğimi...
gitme
yangınlar kentidir yüreğim ayrılıklarda
gitme
ellerim üşür yalnız fotoğraflarda...
tende küflenmişse zamanlar
silkin karanlığından beklemelerin
sarmaşıkların solma zamanı
haydi gel, biz yeniden açtıralım...
lavanta kokularına bulayıp zamanları
yeni sabahlara uyanalım...
gitme
yangınlar kentidir yüreğim ayrılıklarda
gitme
ellerim üşür yalnız fotoğraflarda...
sende de arasıra gülümseyebilir şarkılar
yaşasa aşkımız KURTULUŞ BAYRAMIMIZ olur
düş yorgunu yüreğin
bırak soluklansın bahçemde...
güneşi avuçlarıma hapsedip
sana getirsem diyorum...
gitme
yangınlar kentidir yüreğim ayrılıklarda
gitme
ellerim üşür yalnız fotoğraflarda...
AYŞE TURAL
KÜÇÜK ŞEYLER
Küçük diye göz ardı ettiğimiz, önemsemediğimiz pek çok şey aslında ne kadar da önemlidir. Özellikle İNSAN söz konusuysa...
Yaşamın içindeki duruşumuzda ayrıntı deyip göz ardı ettiğimiz nice küçük şeyler, bütünün içinde ne kadar da bağlayıcıdır aslında.
Gençler evlenmeye karar verir. Oturacakları ev, eşyalar, köşeye konacak vazo, düğün pastası, davetli listesi... Hatta masa örtüsünün kurdelesinin rengi bile konuşulur...
Hem de inceden inceye tartışılır da nedense çiftlerin evlendikleri zaman birbirlerine nasıl davranacakları, ailelerinin hayatlarına ne kadar karışmalarına izin verecekleri, konuşulmaz. Önemsiz gibi görünen, uyku saatlerinin, yemek alışkanlıklarının uyup uymadığına bakılmaz. Yaşamdan beklentileri tartışılmaz. Fikir ayrılıkları üstünde bile durulmadan o an için -tamam-deyip es geçilir. Nasıl olsa karşılıklı olarak herkes kendi üstünlüğünü kafaya koymuştur. Hele bir evlenilsin, gerisi kendiliğinden hallolur sanılır.
Gençlerimiz evliliği çocuk oyunu, evcilik oyunu gibi algılar. Masallardaki gibi her şey olup bitecek ve sihirli değnek dokunmuş gibi her şey tıkır tıkır yürüyüverecektir...
YAŞAMIN RENGİ
yaşamın rengi:
bir bakıştır
bir gülüştür
içten bir MERHABAdır...
yaşamın rengi:
bir şiirdir
bir duyuştur
sıcacık bir DOKUNUŞtur...
yaşamın rengi:
bir avuç hüzündür
iki damla gözyaşıdır
belki de bir ELVEDAdır...
(Ayşe Tural, Bu Dünya Sizin)
KENDİMİZE AYNA TUTMAK...
Düşünüyorum da, hayatta başarmanın ve mutlu olmanın anahtarı, zaman zaman farklı bir gözle kendimize bakıp eleştirilerde bulunmak olabilir... Bunu duygusal bağlamda da, aşk, arkadaşlık, aile ilişkilerinde de yapabiliriz aslında...
“ Geçen yılki ilişkimde hangi yanlışları yaptım da bu noktaya geldim?”
“ Eşimle nelerin üzerinden tekrar geçip kendimizi yenileyebiliriz?”
“ ...Oğlumla hangi hataları yaşadık, ona nasıl yardımcı olabilirim?”
“ İş hayatımda yeterli donanımımın olmaması beni nerelerde zora soktu? '
' Bu yıl hangi konularda kendimi geliştirmem gerekiyor? ”
“ Maddi problemlerimle bu yıl başa çıkmak için neler yapmalıyım?”
“ Başarısızlıklarımda gözden kaçırdığım neler var?”
Siz, sorularınızı kendinize göre düzenleyebilirsiniz ve bunlara daha nicelerini ekleyebilirsiniz... Elbette yeni hedefler, yeni umutlar ve tasarılar eklemeyi de unutmayınız... Unutmayalım ki 'İNSAN HAYAL ETTİĞİ MÜDDETÇE YAŞAR...'
GÖZLERİNİN MERHABASI
bir akşam
gözlerinin merhabasında
buluşuverdik ansızın…
yüreğimiz
mis gibi bir kahve molasında...
hatırına
kırk yılların…
ya da birlikte çıkılan
uzun, ışıklı bir yolun
yasemin kokulu başlangıcında…
(Ayşe Tural)
GÜNÜMÜZ AŞKLARI…
Ben izninizle günümüz aşklarına değinmek istiyorum. AŞKIM sözcüğünün bu kadar bol kullanıldığı bir zaman dilimi galiba hiiiç olmadı. Hem de en olduk olmadık yerlerde… Bu güzelim sözcük enflasyona mı, erozyona mı uğradı bilmem… Siz karar verin artık… Basitleşti, sıradanlaştı demek daha doğru galiba…
ALIŞ VERİŞ
aşklar
tıpkı bir alış veriş
uzay çağında…
ölesiye bir tükeniş
parçalarcasına
bir tüketiş…
şehvet
dişlerini geçirmiş hırsla tenlere
şeytana pabucunu ters giydirme
yarışında…
almış başını gidiyor cinsellik
sevdalar yer bulamamış
bir oturumluk…
bakışlar bulanık
yüzler maskeli
destansı aşklarsa MASAL…
(Ayşe Tural)
GENÇLİK AŞKI...
Geçenlerde bir kafede oturmuş, arkadaşımı bekliyordum. Yan masada oturan kızlı erkekli bir genç grubu, gürültülü bir biçimde; birbirlerini dinlemeden, anlamadan, her kafadan ses çıkararak konuşuyor. Neredeyse geldiğime geleceğime pişman oluyorum...
Gruptaki kızlardan biri, dağınık saçlı, son derece salaş giyinmiş, ASİ tipli, ağzını yaya yaya sakız çiğneyen, ara sıra da “Aşkııım…” ...diye nara atan kız, göz estetiğimi bozduğundan beni sinir ediyor. Başımı ne tarafa çevirsem, ister istemez gözüm ona kayıyor...
Derken neredeyse kucağına yattığı gencin, az ötedeki masada oturan kıza baktığını anlayınca çığlığı basıyor:
“ Aşkııııım…”
Öldün demek istiyor, öldün sen…
' Parçalarım seni… Paramparça yapıp köpeklere atarım seni… '
Nasıl bir aşk mantığıysa…
Bakanda da var elbet bir şeyler… O da sütten çıkmış ak kaşık değil…
ENTEL AŞKI…
Deniz kenarı… Göz alabildiğine uzanan masmavi Akdenizim benim… Mevsim yaz, aylardan temmuz… Gökte pırıl pırıl güneş… Ortalığı cayır cayır yakıyor, demeliyim elbette…
Şemsiyesinin altındaki şezlonga yayılmış iri yarı, sakallı, göbekli entel görünümlü bir bey… Gözlüklerini düzelterek sesleniyor: “ Aşkıııım gel bakiiiim!...” Nerden çıktığı belli olmayan, minicik, sivri burunlu, incecik... sesli minyatür bir köpek atlıyor kucağına… PARDON, yani beyefendi, şimdi sizin aşkınız bu mu? Gözlerime inanamıyorum. Aşka bakın aşka… Hatta bu da yetmezmiş gibi bir de hayvanın dudağına kocaman ıslak bir öpücük konduruyor… Gözlerime inanamıyorum… Dönüp eşine bakıyorum, Allah Allah hatunda “tık” yok… O hiiiiç oralı değil…
İnanmıyorum, adam köpekle dudak dudağa… İşe bak… Akşam olunca, gece yatakta aklına gelirse(!) aynı dudaklarla “ mucuk!” diye beni öpecek ha! Orda duuuuur!... bakalım. Yoooook öyle yağma yok! Benim defterimde böyle şeyler yazmaz kardeşim… Sen de köpeğin de kapı dışarı, yallah!... En kötüsü... Tüü tüü Allah korusun böylelerinden… İşine gelirse… Benim öyle köpekle, kediyle işim olmaz… Kedi- köpek aşklarına da aklım ermez…
İnsan aşklarının suyu mu çıktı, insan kıtlığına kıran mı girdi de benim haberim yok… Elbette bir ihtimal daha var “ O da ölmek mi dersin? “ değil tabi. Adam senden bıkmıştır da köpeği dikenli tel misali kullanıyordur, yanına yaklaşmayasın diye… Olur mu olur… Bu da ihtimallerden birisi yani…
Olamaz mı diyorsunuz, o zaman başka seçenek bulun efendim siz de… Elbette karı- koca arasına girilmez. Ara dayağı yemeye hiiiiç niyetim yok… Onlar memnunsa hallerinden bana ne ama, değil mi? Amaaaan ne haliniz varsa görün…
Ne zamandan beri kedi, köpek, kuş, böcek yerimizi aldı? Hey! Hatunlar gözünüzü dört açın. Varsa eğer sekiz açın, bence sakıncası yok… Benden söylemesi…