Ahıska Türklerinin vatanlarından sürülüşlerinin 69. yılı

Onları tanımak bana bir VEFA BORCU yüklüyor. Bu nedenle iki yıl önceye ait yazılarımı tekrar paylaşmak istiyorum, sizlerle…



















Onları tanımak bana bir VEFA BORCU yüklüyor. Bu nedenle iki yıl önceye ait yazılarımı tekrar paylaşmak istiyorum, sizlerle… İnsan belleği oldukça unutkan, oysa notlarım ilk günkü kadar taze… Elbette tümünü değil, kesitler halinde kısaltarak veriyorum sizlere…
MOSKOVA’DA AHISKA TÜRKLERİ KARŞILIYOR BİZİ…
2012 mayıs ayı… Moskova Havaalanında Ahıska Türkleri Vatan Cemiyetinden arkadaşlar tarafından karşılanıyoruz. Çıkışta Ahıska Türklerinin yıllarca önderliğini yapmış Daştan Bey bekliyor bizi… Kocaman bir minibüsün yanında… Babacan, güler yüzlü, içten… Sanki yıllardır tanıdığımız biriymiş gibi… Sıcacık dostlukla karşılıyor. Yol boyunca durmadan, onları hatırlayan birilerinin olması, onları ne kadar mutlu etmiş diye anlatıyor. İlk kez bizim edebiyatımızı, tarihimizi, yaşadıklarımızı bizden dinlemeye gelenler var diye ne kadar sevindik, diyor… Özetin özeti olaylara dokunuveriyor şöyle… İçimiz burkuluyor, gözlerimiz doluyor…
Dünyada insanlık ayıpları bitmiyor bir türlü… Daha çocuk yaşlarda öğretmeliyiz, çocuklarımızın beyinlerine kazımalıyız ki, İNSAN değerlidir. Onu iyi eğitmekle BARIŞ sağlanacaktır.

Ahıska Türkleri Moskova Vatan Cemiyeti Başkanı Cavit ALİYEV de bize eşlik ediyor. Yolumuzun üzerinde Moskova Türk Büyükelçiliği var. Orada duruyoruz. Hemen içeri alınıyoruz. Büyükelçi yok ama 1. Konsolos Ceren Yazgan ETİZ ve kültür müsteşarı Turhan Dilmaç bizi kabul ediyor. Yönetim Kurulu, Moskova etkinliğimiz hakkında bilgi veriyor. Çok yoğun bir programları olmasına rağmen, etkinliğimize katılmaya söz veriyorlar. İnsan yabancı bir ülkede kendini daha bir güvende hissediyor.

ETKİNLİK BAŞLIYOR
19 Mayıs 2012… Moskova’da kaldığımız Marco Polo Otelinin konferans salonu… Kocaman salona, dünyanın dört bir yanında yaşayan ve Türkçe konuşulan ülkelerin bayrakları asılmış. Otelde kalanların şaşkın bakışları altında tatlı bir telaş yaşanıyor. Saat 11.00 de etkinlik başlayacak. KIBATEK (Kıbrıs- Balkanlar- Avrasya Edebiyat Kurumu) ile Rusya’da yaşayan AHISKA TÜRKLERİ’nin buluşması var.

Kültürel bağlamda yapılan bu çalışmalarda, hemen hepimizin değişik dillerde şiir kitapları yayınlandı. Sizler de bilirsiniz ki, çeviri çalışmaları, günümüzde daha bir önem kazanmıştır. Böylece şair ve yazarların eserlerinin başka dillerde de hayat bulması, edebiyat kardeşliğinin tüm dünyaya yayılması amacımızı gerçekleştirmiş oluyoruz. Her adım yeni bir adıma kapı açıyor. Çünkü yazı devam ediyor…

Tatlı telaşlı bir gün… Salon bayraklarla donanmış. Salon Rusya’nın dört bir yanında yaşayan Ahıskalı Türkler, üniversite öğrencileri ve hocalarıyla dolu… Katılımcılar: Rusya, Fransa, Türkiye, KKTC, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan…
Panelin 1. Oturumunda Yrd. Doç. Dr. Sevil PİRİYEVA,” Ahıska Türklerinin Edebiyatçıları ve Aydınları” konulu sunumunu yapıyor. Dinleyicilere, geçmişte yaşamış ve günümüzde yaşayan aydınlar ve edebiyatçılar hakkında geniş bilgi veriyor.
İkinci bildiriyi Prof. Dr. RossadinValentin İVANOVİÇ sunuyor. Seksenli yıllarını süren değerli araştırmacı yazar, uzun boylu ve çok yakışıklı… Tam bir beyefendi… Önce Türkçe konuşuyor ama tam ifade edemeyecekleri noktalar için de Rusça’ya dönüyor. Yumuşacık sesiyle konuşuyor, söyledikleri tercüme ediliyor. “ Ahıska Türklerinin Dil ve Ağız Özellikleri ” konulu bildirisini sunuyor.

AHISKA DAĞLARI
Ahıska dağları başı kar olur
Vatan evladını sever, yar olur
Namert ayak bassa yakar, nar olur
Tırmanamaz düşman, ömrü har olur

Ahıska dağları sisli ve duman
Yüreğimde coşku, kalbimde iman
Yiğitleri merttir, gözü pek yaman
Gelme düşman gelme, bulmazsın aman

Ahıska dağları, mertler yuvası
Yiğitler meskeni, düzü, ovası
Biter mi milletin haklı davası
Vatandır dertlerin derman, devası
Mircevat AHISKALI (Fani Nakışlar, 2010)

MİRCEVAT AHISKALI:
Eski SSCB’ye bağlı Özbekistan’ın Sirderya ili Gülistan Şehrinde 1960 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamladı. 1978’de kazandığı Ziraat Fakültesini birinci sınıfta terk etti. 1979- 1981 yıllarında askerliğini yaptı. 1982’de başladığı Gülistan Üni. Doğalgaz Fakültesinden 1985’te mezun oldu.
Daha ortaöğrenimi sırasında şiir yazmaya başlayan Mircevat Ahıskalı, 1981 yılından sonra GİZLİDDİN mahlası ile uzun yıllar kimliğini gizleyerek farklı eserler vermeye başladı. 1989 Ferganafaciasından sonra Azerbaycan’a göç eden Mircevat Ahıskalı, burada AHISKALI mahlasıyla 1991- 1997 yılları arasında Oğuzeli ve Yeni Azerbaycan Gazetelerinde şiirlerini yayınladı. 1997’de Türkiye’ye göç eden Ahıskalı, farklı gazete ve dergilerde şiirlerini yayınladı.
Şiir, tiyatro, roman, destan ve hikayeler yazmaya devam ediyor. Eserlerinden bazıları: Fani Nakışlar (şiir), Bir Beyitte Bin Cevher, Gurbetten İniltiler ( roman)…

Ne acılar yaşamış, ne yaralar almış bir toplum tanıyorsunuz… İçiniz eziliyor. Salonu dolduranlara bakıyorum. Var olmanın gururu ve onuru Ahıskalıların gözlerinden okunuyor. İnsan olmak böyle bir şey… Esarete boyun eğmemek, yaşadıklarından sonra bile pes etmemek… Özgürlüğüne sahip çıkmak… En önemlisi de mücadeleden ASLA vazgeçmemek…
Edebiyat köprüleri böyle kuruluyor işte… Yeni dostlar ediniyorsunuz, yeni dostluklar geliştiriyorsunuz ve dünyanın bir yerinde adınızı bilen, sizden söz eden; onları arayıp bulduğunuz, onlara değer verdiğiniz için size şükran duyan yürekler bırakıyorsunuz. Bir HOŞ SADA bırakıyorsunuz…
Farklı bir ülke, hiç tanımadığınız ama aynı dili konuştuğunuz insanlar… Ahıska Türkleri… Yıllardır, onları ve dünyanın dört bir tarafında yaşayan ve Türkçeyi konuşan daha nice değerli bilim insanını, yazar ve şairi, dostumu yakından tanıma fırsatını bana veren KIBATEK kurumuma ne kadar teşekkür etsem azdır. 1998 yılından beri, en faal üyelerden biri olarak, KKTC temsilcisi olarak onlarla çalışmaktan hep mutluluk ve onur duydum. Bugün de aynı gururu hissettiğim bir gün…

KIBATEK 2012 ULUSLARARASI ÖDÜLLERİ
AHISKA Roman Ödülü: MİRCEVAT AHISKALI’ya, KIBATEK Bşk.Mevlüt KAPLAN verdi.
AHISKA Şiir Ödülü:Allahverdi PİRİYEV için kızı, Yrd. Doç. Dr. Sevil PİRİYEVA’ya DATÜB Genel Başkan Vekili Prof. Dr. İlyas DOĞAN verdi.
AHISKA Türk Diline Hizmet Ödülü: Prof. Dr. RossadinValentinİVANOVİÇ’e Moskova TC Büyükelçiliği adına Müsteşar Turhan DİLMAÇ tarafından takdim edildi.
Bu tören sırasında çok duygulu anlar yaşandı. Ödülünü her alan, duygularını bizimle paylaştı. Sayın İVANOVİÇ, ileri yaşına rağmen (80 li yaşlar olmalı) bize tüm çalışmalarını anlattı. Tamamlanmayı bekleyen pek çok eserinden söz etti. İnanın beyefendinin yaşama bağlılığı, ilme verdiği değer beni çok etkiledi. Araştırmacılığa ömrünü adamış bir insandı.
Sıra bana geldiğinde, ben onur belgemi DATÜB Bşk. Prof. Dr. İlyas DOĞAN’dan aldım. Kendilerine Kıbrıs haritalı bir tabak hediye ettim. Ayrıca Ahıska Türkleri VATAN Cemiyeti Başkanı CavidALİYEV’e , KKTC bayrağımızı ve üzerinde Kıbrıs haritası bulunan kabartma bir duvar saati armağan ettim. Yanında da Kıbrıs’ı tanıtan broşürler ve cd de verdim.

AKŞAM YEMEĞİ- DIŞ OCAKTA
Etkinlik sonrası, akşam yemeği için Moskova’ya 50 km. uzaklıktaki bir lokantaya götürülüyoruz. Bir kayın ve çam ormanı içinde inanılmaz güzellikte bir alan. Sadece lokanta yok; lokantalar, nikah salonları, düğün salonları, eğlence alanları… Kısacası geniş bir alana yayılmış bir turizm kompleksi… Adı DIŞ OCAK AHISKA RESTORANI… İlk anda dikkat çeken ışıklandırılmış dev bir kazan… Sanki ateşin üstüne oturtulmuş, kocaman bir de kepçesi var. Yüz kişilik bir uzun masa hazırlanmış. O kadar güzel görünüyor ki! Yok yok… Binbir çeşit meyve ve çiçeklerle süslenmiş dev bir masa…
Yemeği KAZIM SULTAN veriyor. Kazım Sultan: AdıgünRayonuMarelli Köyünden olan, Taşkent vilayeti Ahangororayonunda yaşamış, Fergana olayları sırasında Rusya’ya göç etmiş Ahıska Türkü… Yeğeni HAKİM BEY, bizi kapılarda karşılıyor. Yemek sırasında, Ahıska Türklerinin en kalabalık oldukları Rostov’dan gelen Ahıskalı öğrenci ekibi milli oyunlar oynuyor, dans gösterileri sunuyorlar. Müzik ve hareketler, bize Erzurum yöresini, Kafkas oyunlarını hatırlatıyor. Neredeyse tıpatıp aynı… Onlar halay çekerken biz de oyunlarına katılıyoruz.
Tatlı bir gece… Pencereler açık ama yağmur yağıyor. Lokantanın cam tavanından süzülerek akan sular, çiçekler, ağaçlar insana cennetteymiş duygusu veriyor. Her şey kusursuz… Garsonlar et türü yemekler, börekler taşıyor durmadan. Her yemek yöresel…
BİTMEYEN YOLCULUKLAR…
Moskova’da son günümüz… Saatler gece yarısını vururken tren garındayız. Ruslar demiryolu ulaşımının önemini iki yüzyıl önce fark edip, ülkeyi demir ağlarla örmüşler. Elbette bu kadar büyük bir ülkede en ekonomik ulaşım bu olsa gerek.

Kocaman bir gar… Gece yarısı olmasına karşın bayağı kalabalık. Oturduğum yerden duvarda asılı saate bakıyorum, henüz yarım. Tren gece birde kalkacak. Demir kanepelerde, eşyalarını çevrelerine dizmiş, uyuyanlar var. Kim bilir, nerelerden gelip nerelere gidiyorlar. Hayat bir sürü çapraşık olaylarla örülü… Yanımda iri kıyım bir kadın oturuyor. Orta yaşı geçmiş. Yüzü kıllarla kaplı. Gençliklerinde bu kadar güzel olan kadınlar, nasıl oluyor da yaşlandıkça bu kadar çirkinleşiyor diye düşünmeden edemiyorum. Aslında çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır derler. Haksızlık etmemeliyim, yüreğine bir dokunsam, ne hikayeler çıkar kim bilir…

71 no’lu vagonun önündeyiz, biraz bekliyoruz. Görevli geliyor, elindeki anahtarla girişi açıyor ve içeri giriyoruz…
Girişin karşısında köşede belki de yüzyıllık bir çay semaveri var. Çok ilkel bir çeşmesi ile ilginç görünüyor. Sola döner dönmez ancak iki- iki buçuk metre karelik alanlara monte edilmiş iki katlı deri kanepeler var. Anlıyorum ki bunlar yatak olarak kullanılacak. Neyse ki onların üzerinde şeffaf naylonlar içinde tertemiz iki adet küçük çarşaf, yastık kılıfı ve yüzünüzü silmek için kumaş peçete var.
Tren saat bir olunca hemen hareket ediyor. Aralık camdan içeri serinlik geliyor. Şilteye uzanıyorum. 1944 yılında sürgüne gönderilen Ahıskalılar düşüyor aklıma… Böyle vagonlarda 50 değil belki de 100 kişi, üst üste balık istifi günlerce meçhule sürüklenmişlerdi, vatan topraklarından, ata topraklarından… Hem de bir gecede, apar topar… Okuduğum satırlar düşüyor aklıma… Dondurucu, karlı, insanın yüzünü kesen Sibirya soğuğunda… İnsan olanın insana reva gördüğü şu eziyeti anlamakta zorlanırım her zaman. Ölenlerinin gömülmesine fırsat verilmeyen, aç susuz karanlıklara sürükleniş…
Hayat elbette deneyimlerden ibaret… Yaşadıkça, gördükçe daha iyi anlamaya başlıyorsunuz, sizin dışınızdaki dünyayı… Keşfettikçe şaşkına dönüyorsunuz…
AYŞE TURAL

ÇATALKÖY BELEDİYE TİYATRO SU
Cuma akşamı Çatalköy Belediyesi Tiyatro Su’nun hazırladığı beş haftadır oynanan oyunu PADİŞAH-I HAL-İ OSMAN isimli oyunundaydım. Oyunun yazarı, hepinizin artık iyice tanıdığı ÜSTÜN DÖKMEN… Ancak oyunu uyarlayan DERMAN ATİK, gerçekten harikalar yaratmış…
Neredeyse iki buçuk saatlik bu oyunda sıkılmak, esnemek aklınızın ucundan bile geçmiyor… Zengin kostümleri ile son derece göz alıcı… Tüm oyuncuların ( galiba toplamda 44 kişiler) sahne performansları görülmeye değer… Her biri profesyonellere taş çıkartacak kadar içten oynuyorlar… Cenk Gürçağ, Derman Atik, Mehmet Soyluoğlu, İlkşen Atik, Emine Gürçağ…. Hangisinin ismini saysam diğeri küser bana… GİDİN… GÖRÜN…
Oyunu en ön sırada izlemek, zaman zaman Belediye Başkanları Mehmet Beyle yorumlar yapmak çok keyifliydi… Gerçek bir TİYATRO SALONUNDA bir oyun izlemek gerçekten çok güzeldi…
Konuya gelince:
GEÇMİŞE RAHMET MİLLETE CUMHURİYET…
Tam da Elif Şafak romanında ilgimi çeken noktalar üzerinde duruluyor… Padişahlık Dönemi: Neredeyse MUHTEŞEM YÜZYIL’I canlı izliyorsunuz… Saray yaşantısı, paşaların iktidar kavgası, harem entrikaları, padişahın KANUN BENİM deyişleri… Öldürülen şehzadeler… Kadınların üstünlük kavgaları ve araya sıkıştırılan Kıbrıs… Elbette her adımda sevgili ATİK, hemen günümüze getirip konuyu ABSÜRD tiyatro olarak önünüze koyuveriyor… Kahkahalarla gülerken kara kara da düşünüyorsunuz…
Tanıtım kitapçığında:
“Cumhuriyet milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı bir yönetim biçimidir…” tanımı yapılırken ardından…
“ Cumhuriyet denilen sistemin ortadan kaldırılıp yerine, tek kişinin karar vereceği bir sisteme doğru yol aldığımızı görüyoruz ve bu bizi rahatsız ediyor…” denmiş…
Oyunu KAÇIRMAYIN, MUTLAKA İZLEYİN… Çatalköylüleri ve çevrede yaşayan yabancıları da kutluyorum. Salonda tek bir koltuk boş değildi… Kucaklarında çocuklarıyla gelenler vardı ve hiçbir çocuk da sorun çıkarmadı…
Tiyatro, bir ulusun TERBİYESİNİN VE KÜLTÜRÜNÜN AYNASIDIR… Orada hayatı yaşayarak öğreniriz… Hepinizi gönülden kutluyorum TİYATRO SU… Nicelerine olsun…


Bu haber 3134 defa okunmuştur

:

:

:

: